26 Mart 2014 Çarşamba

Terliklerimle Gelsem Sana...

Yaz gelsindi, yağmurlar bitsindi, şıpıdık şığıdık dolaşılsındı... 

Uzuun süredir aklımda olan fakat taşınmaydı, anneyle tatillerdi, yeni sömestr falan derken ben bir türlü tabi odaklanamadım. Zira odaklanamadığım sürede bunlardan daha önemli Türkiye'deki olaylar da vardı. Hala da devam. Her gün çılgınlar gibi tape bekliyoruz. Fakat gelen ne; popiş! Bu mudur yani! Twitter'ın da tabi yasaklanması(!) baya kafamıza balyoz indirilmiş gibi oldu. Tabi ülkeye de. Bir 100 sene geriledik sanıyorum. 

Şimdi, en son böyle saçma bir tape mape gelince, biraz onlardan sizi uzak tutmak için genelin çirkin bulduğu, benim şuanda gözlerimde kalp çıkartan bir kilit parçayı sunuyorum sizlere; Adidas Sandal! Adidas dediğime bakmayın tabi fakat çıkış noktası bu marka. 


Görüldüğü gibi sadece tek bir stile hitap etmiyor. İster şık kullan ister spor ister casual hatta abart abiyenin altına giy. Neden olmasın? 


10 sene önce yazlıkta erkek arkadaşım giydiğinde ağır dalga geçtiğimiz terlik kendileri. Demek neymiş, öyle hiçbir şeyle ölümüne dalga geçmeyeceksin. Gün geliyor beğeniyorsun, bir terlik akımı meydana çıkıyor. Kaldı ki Türkiye için konuşursam, hala moda olması pek söz konusu gibi durmuyor. Sadece belli başlı insanlar, belli yerlerde giyiyor. Hala da ön yargı olduğunun farkındayım ama neden, NEDEEEN? Yok bağırmıyorum içime içime yakardım. 

Son yapılan moda çekimlerinde de epeyce karşılaşıyorum, hem yabancı da hem de Türkiye'deki moda dergilerinde. Tabi deneysel olanlarda. Xoxo the Mag, BlankMag, KlokMag, Unspoken gibi gibi. Çokta gibi demeyeyim az var gerçi onlardan. Koruyup, kollamak lazım. 


Şimdi ben derim ki el ele verip seans baabında bu ön yargımızdan kurtulalım. Benim de bir kaç gün içinde ayağımda görebilirsiniz. Tabi buralar da hala yağmurlu... E ben Napoli'ye hep güneşli dediler diye geldiydim! 

Kadınlar kadar erkekler de kullanıyor şimdi yemeyin bizi. Bak o zamanlar bilseydim, erkek trendi yazılarımda buna da yer verirdim. Öyle ağız burun bükmeyin, denedikten sonra seviliyor. Aslında evet kaba bir terlik ama buna da; en çirkini güzellerin diyebiliriz;) 


Nasıl da cankuş nasıl da cicikuş hatta! Heh girişte ne diyordum, ilk bunu Adidas başlatmış olsa da (aynı zamanda Nike da) şimdi Zara, Topshop, Jeffrey Campbell... vs gibi markalar da hatta bir çoğu, bu tarz terlikleri, modifiye ederek, yeni sezonda satışa sunmuşlar. Hatta Fall 2014-15 catwalklarında da modellerin ayağında bolca görebilirsiniz. Zaten çoğu tasarımcı defilesinde rahatlamaya gitti diyebiliriz, başta Chanel olmak üzere Stella McCartney gibi markalar da, sahnede modelleri topuklu ile yürütmek yerine, terlik, sneaker veya platform spor ayakkabı tercih ettiler. 


Sokak stilinin şimdiden olmazsa olmazı kendileri. Çorapla giyildiğinde şahsen daha bi beğeniyorum ama her yol terlik artık! 


Bu fotoğraf da "canım yanlız ben seksiiiğğliğimi bozamam" diyenlere gelsin. 
Hatta kafalarda soru işareti olanlara benden size son model bir kombin de hediye, çevirir çevirir giyersiniz hiho


Tam bir özgürce çimlerde koşmalık değil mi? Bir de bu sezonun bir diğer kilit parçası da "çiçekler". Parça demeyelim de ilham kaynağı diyebiliriz. Neredeyse bütün editoryal çekimlerde, reklam çekimlerinde, kıyafetlerin üstünde baskı olarak, heryerde görebiliriz. Şimdi böyle çokluk varken, ben neden eksik kalayım.



Şimdi cağnım ünlülerimizi es geçmek olmaz. Halkın sesi onlaarr!! Bozdum kafayı ben. Miley Cyrus'un fotoğrafını koymak istemezdim ama elden bir şey gelmiyor. Yakıştırmış yine de şırfıntı. O kendisine hiç yakışmayan sahne kıyafetlerinden daha tadında olmuş. 

  Rita Ora'nın kombini de gözlerimi şaşı etti. Hem baştan aşağı siyah beyaz, hem de çizgili, harf baskılı falan filan. Çorabının ucuyla rujunun uyumundan 2 evetle uğurluyoruz.

Kristen Stewart'a en çok yakışmış. Neyse onun o donuk suratını görmediğimiz fotoğraf seçtim de günümüz pozitif geçer. Canım sen kas mı yaptın?


Erkek adam dediğin ne de güzel giyiyor çoraplarını sevdiğim. Bu terlik dışında ön yargımız olan beyaz çoraba da beraberinde kucak açabiliriz artık öyle görünüyor. Son sezon defilelerindeki "battaniyeyi at sırtına çık" trendinden ötürü, bir de bu terlik eklenince, ben size söyleyeyim homeless olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz.




















Bunun trend babası da Snoop Dogg'dur hani. Kendisinin Instagram hesabını artık takip etmekten bıkıp unfollow etsem de, takip ettiğim zamanlarda ayağından kundurasını eksik etmiyordu. Ah bir de David Beckham bebeyimizi görüyoruz sol tarafta. Tamam şimdi o olduğu için artı fazla yakışıyor ama önemli olan doğru stili yakalayıp taşıyabilmeniz beyler.


Kombinimi kızlı erkekli yaparım hani. Baştan aşağı Zara yaptım. Hani beğenen veya alternatif bakmak isterseniz bir koşu Zara'ya gitmeniz yeterli. 

Bak şimdi yeni yazı yazdım ya, bana bir rahatlama geldi. Siz de bu yazıyı okuyup bir düşünün bakalım, bu yaz ayağınızdan çıkarmaya kıyamayacağınız bir parçanız mı olacak(benim fikrim gibi) yoksa "ne alıcam be çirkin şeyi" mi diyeceksiniz.. 

18 Ocak 2014 Cumartesi

Everything, Little Little Into the Middle'lı Post

Hellooo! Blogumu zirvede bırakıp gittim sandınız biliyorum ama suskunluğum asaletimden falan değil tamamen ödevlerimin çılgın bir şekilde fazla oluşundan. Lakin iki arada da şehir turu atmayı ihmal etmiyorum.


Piazza del Plebiscito resmen bana huzur veriyor. İki tur atıyorum, koşuyorum falan iyi geliyo yani kafa açıyo. Aslında bu yazımda, ödevlerin çokluğu ile başladım ve öyle de devam edeceğim. Şöyle ki Illustration dersim için o kadar fazla kombin yaptım ki, outfit hazırladım ki, hazır varken sizlerle paylaşayım dedim. Böyle de hayırsever bir insanım. Bir de unutmayın beni istedim. Neyse susuyorum.


Kombinlerimize geçmeden önce, sizi yol arkadaşımla tanıştırmak istiyorum. Yukarıda gördüğünüz meydanın hemen sağ tarafında, Gambrinus adlı, Napoli'nin meşhuuuuur kahvesi ile ünlü cafesi var. Gerçekten de hakkını vermeliyim buranın kahvesi bir harika dostum! 
Evet ne diyordum, yol arkadaşım... Bence okumadan ölünmemesi gereken bir kitap. Patti Smith... Başlı başına tarzıyla, yeteneğiyle ve hayata bakışıyla ilham veren biri. Ve kitabın içinde bildiğim, bilmediğim, okuduğumda araştırıp öğrendiğim o kadar çok isim geçiyor ki, aynı zamanda da bilgilendirici. 


İki arada da dünyamı renklendirmede katkısı bulunan Manic Panic boyalardan da sipariş vermeyi unutmadım hatta boyadım da. Bu sefer pembe renginimin daha kalıcı olması için 1 yetmedi 2.yi de sipariş verdim, işimi sağlama aldım! Ben tabi burada olduğumdan, başka bir siteden sipariş ediyorum fakat siz de isterseniz yeni online dergimiz 10Sayfa'dan sipariş edebilirsiniz. öhöm öhöm. Acımam reklamımızı yaparım:) 


Vee işte pembe kafamla burdayım. Merhaba canım merhaba. Artık dövmem hariç, saçımı da görüp birbirlerini dürten insanlar, hatta uzaktan birbirine bağırıp beni işaret eden insanlar size de merhaba. Çok tatlışsınız. Biriyle de göz göze geldim beni işaret ederken. Ah canım napoliten insanlar. Samimiyet budur be! Hatta parmağınızla işaret edin bayılırım! Şaka bir yana hafif tabi rahatsız edici olsa da, ikinci dışarı çıkışımda alıştım. 

Şimdi, dışarı çıkmak falan demişken. Bugün de günlerden cumartesi hani. Benim gibi evde oturup ödev yapmayacaklar için, benden size(hem kızlar hem erkeklere) kombinler geliyor. 

Hangisinin kadın hangisinin erkek olduğunu söylememe gerek var mı bilemedim ama ben söyleyeyim. Hoş ben erkek olanı da giyerim o ayrı, benim gibi düşünenler de varsa, sağdaki erkek kombinini giyebilir. Eh sola da kız kalıyor:) Biliyorum ki birebir aynılarını elinizle koymuş gibi bulamazsınız, ben de bulamıyorum. Fakat kafanızda bir stil oluşturabilir en azından ve benzerlerini aramakla başlayabilirsiniz. 


Cumartesi kombinlerimin ikincisi. Yine sol taraf kızlarımız sağ taraf erkeklerimiz için. Ah boyum böyle kısa olmasaydı, şu uzun siyah paltoyu ne çok giymek isterdim. Hoş alıp kestiredebilirim tabi. Evet evet yaparım! Bu arada türbanın şu kombine koyduğum haline bayılıyorum. Alınacaklar listemde üst sıralarda. Çok nostaljik... Eskilerin modasında, bayanların vazgeçilmez aksesuarıydı. Eh moda da işte hep geriye dönüş. Ay moda ne ki zaten, yakışıyorsa giyeceksin. 

Erkekler için şu yandan düşen pantolon askılarına da ölüp bitiyorum! Arkadaşlar paçaları da kısaltmayı unutmayın. Buralarda paçalar hep kısa! İstemezseniz yine yapmayın o ayrı ama gerçekten çok hoş duruyor. Tam ayakkabının üst hizasıyla bir kısalttırabilirsiniz. 

Mamma mia! Çok seviyorum bunu söylemeyi. Şu ana uymadı ama olsun. Saturday night fever combines vol.3. Ona küçük kırmızı şapkalar takın. Burada palto koymamışım bayan için fakat, çok kısa değil, bel hizasından biraz daha uzun bir palto giyerseniz leziz olur! 


Her yaptığım kominde de kedinin ciğere yalandığı gibi yalandım o ayrı. Böyle ödevleri seviyorum ya, sabaha kadar yapabilirim sanırım. Tabiki ben böyle koyuyorum da, prof.un verdiği konsept doğrultusunda hazırlandı. Location-saç-makyaj hepsi hazır. Neyse, yaptığım 20 kombin içerisinden size son olarak bu ikiliyi sunuyorum. Erkekler için, renkli trikoyu Topman'de bulabilirsiniz. En son gördüğümde Taksim'dekinde vardı. Nişantaşında da vardır kesin. 

Bu arada ben Cumartesi için diyorum ama siz ne zaman çıkacaksanız giyin tabi. E bana mı sorucaksınız allahaseeen..

Eğlenmeden geri dönmeyin çok rica ediciiim! 
18 Ocak Cumartesi şarkımızı da şuraya koyup aranızdan çekiliyorum. 

3 Ocak 2014 Cuma

Yaşasın Bağzı Yetenek Doğanlar 3: Dilan Bozyel

Resmen şuan bu yazıma mutluluktan nasıl giriş yapacağımı bilemiyorum ama bunu derken bile girdim. Bu yazının benim için anlamı ve yeri çok başka çünkü kişiliği olsun, yaptığı işi olsun, tarzı olsun çok beğenip takip ettiğim Dilan Bozyel ile olan röportajımı yazacağım. Onun işlerinden yazılarıma alıntı yapa yapa evrene nasıl mesaj yolladıysam valla geldi. "Yetenek doğanlar" yazılarımın en lavliyysi bu olacak yapıyorum şimdiden uyarımı. Gözlerinizde kalpler belirebilir. Yazının bu kısmına kadar hala nasıl saçmalamadan yazdıysam bravo bana demek röportaj yapınca insana bir ağırlık çöküy... Ay yok bu yazı da hiç ağır değil diyor ve geyiği kesiyorum.

Karaköy'deki Karabatak cafe sponsorluğunda gerçekleştirilen 10sayfa işbirliğince hazırladığımız röportajımıza hoşgeldiniz. (bkz. geyiği kesemiyorum) 10sayfa kimdir, nedir buna 6 Ocak'ta kavuşacaksınız.


Zamanlama konusunda biraz erken davranmış olacağım ki o gün 3 saat erken gittim. Heyecanımı çok belli ediyorum değil mi. Aslında burada size Dilan Bozyel'in kim olduğunu anlatmanın dışında, onun çalışmalarıyla, hayata bakışıyla ve sorularıma verdiği cevaplarla hayatınıza renk katmaya geldik. Ukalalığımın da daniskası. Şaka bir yana; kendisi insanların bir görev için geldiğini düşünüp, onun görevinin de insan hayatına bir renk, bir nefes katmak olduğuna inanıyor. Çokta güzel yapıyor! Böyle ortadan daldım konuya da şimdi tekrar başa sarıyorum. 

"Dilan Bozyel kimdir" konuşmasını çok yapmayacağım çünkü yaparken ben sıkılıyorum. Zaten kendisinin bu konuda detaylı anlatımını yine 10sayfa sitesinde bulacaksınız. Ama kısaca bir özet geçmem gerekirse, fotoğrafçı, hayalperest, dramayı seven ama bir o kadar deli dolu, insanların (önceden de dediğim gibi) hayatlarına, yaptığı çalışmalarla bir nefes katmaya çalışan, başarılı bir iş gördüğünde bunu görsele dönüştürmeyi amaçlayan, Küçük Prens'i seven Sebastian'ı sayan, Diyarbakır'lı bir kız Dilan Bozyel. Off bir kerede ne biçim anlattım. Tamam dağılabilirsiniz röportaj dediğim buydu. hoho. 


Lomography'de Mabel Matiz ile yaptıkları "Aramızda Kalanlar" sergisinin açılış gününe gidemediğim için hergün duvar dibine geçip ağlıyorum. O gün İtalya'da olduğumdan ötürü... Benden ötürü işte. Ama geldiğim günün ertesi günü gittim gördüm rahatladım. Birkaçta kare çektim ki, hala gitmeyeniniz varsa, Ocak ortasına kadar Galata'daki Lomography dükkanında hizmetinizde. İnsan yüzünde koca bir gülümsemeyle inceliyor her bir kareyi. Çıkışta mutluluk garanti!


O günkü kadar başka bir gün kahve içmemişimdir sanıyorum. Beynim ona odaklamış kendisini. Bir de eskilerin gazetecisiyim de sanki... Ay ne biliyim. Ama Dilan'nın tavırları, konuşması ve enerjisi o kadar güzeldi ki, ilkokul 1 sorusu sorsam herhalde düşünüp, ciddi cevap verirdi. Öyle de heyecanımı aldı götürdü. Bu arada "siz" hitaplı konuşmaları anlamaması lavliyy. Direk "sen" işte. Oh mis!



Şimdi ben susayım da biraz röportajımız konuşsun daha doğrusu Dilan konuşsun. Zaten ben yine aralara dalarım. Arada parantez içinde yazıcaklarım da benim şuan yazdıklarım hani yanlış anlamalara meydan vermeyeyim ben:)

Ben: Diane Arbus ile fotoğrafçılığa başladığını söylemiştin. Ondaki neyi kendine yakın gördün de bu seni fotoğrafçılığa itti?

Dilan: Çok ironik aslında, onun hayata bağlanışı fotoğrafla oldu ama intiharı da fotoğrafla. Aşık oluşu da fotoğrafla. Aslında mevcut, huzurlu bir yuvası varken tutkuyu keşfetmesi gibi. Biraz öyle bir paralellik var.

 B: Analog kameralara olan ilgini bildiğimden şunu merak ediyorum; dergilerde kapak çekimleri veya billboardlara giydirilen afişlerden bahsedemem çünkü yüksek çözünürlük olması lazım, fakat moda çekimleri için analog kameralar kullanılsa sence de daha orjinal kareler çıkmaz mı? Veya böyle kameralar mümkün olur mu çekimlerde?


 D: Olabilir. Şöyle birşey anlatabilirim; Londra’dan geldiğim ilk yıl, Londra’da yaptığım bir çekimimi istemişti buradaki bir dergi. Analog çekim yapmıştım ve Holga ile çekmiştim hatta ve gönderdiğimde bana “bunun grensizi var mı?” demişlerdi. Türkiye’ye geldiğimde ilk şokum bu olmuştu. Türkiye herşeyde geriden geldiği için, insanlar yeni yeni başladı ve online dergiler de çok işe yaradı bu konuda. İstediğimiz kadar deneysel projeler yapabiliyoruz ve artık basılı olmasına da gerek yok. Ne yazık ki analogun keyfi çok başka.

B: Model konusuna da değinmek istiyorum çünkü senin seçtiğin tarz modelleri çok beğeniyorum. İnsanların “kusurlu” dediklerini sen çekimlerinde tercih ediyorsun. Nasıl karar veriyorsun? Daha çok hangilerini seçmeye çalışıyorsun?

 D: Estetikli tercih etmiyorum yani estetiğe karşı değilim. Ama çok bas bas seksi olmaya çalışan, zoraki hiçbirşeyi sevmiyorum. Görünüyor zaten, sokakta bile belli ediyor kendini. Daha doğal seviyorum. Biraz oyuncu diyeceğim aslında ama o da eğreti değil. Filmin içinde yaşıyor gibi hisseden insanlarla çalışmayı seviyorum. Çünkü hissediyorlar. Çekimlerimde benim çok fazla kişi olmaz. Özellikle az ekiple çalışırım. Çok fazla ışık kullanmamaya çalışırım. Türkiye’de bunlar anlaşılmıyo gerçi, amatör gibi görünüyor, ama öyle değil. Bir konsept dahilinde yapıyorsam ki genelde öyle yapıyorum, bir müzik belirliyorum, önceden modele dinletiyorum, kulaklık verip hatta “sen bunu dinleyerek yürü biraz, tek başına dinle köşede” deyip onun o havaya girmesini istiyorum. Aslında model seçerken çok tercihim olduğu için, (az ama çok), o projeye uygun, onu hissedebilecek, konseptin hissini verebilecek insanları tercih ediyorum. Şuanki dergilerde de eskiye oranla bu “altın oran” kavramının biraz daha kırıldığını düşünüyorum. 

 B: Dövmelerinin anlamlarını sormak istiyorum. Özellikle Arap ülkelerine gidip mi yaptırıyorsun? Senin için nasıl bir anlamı var? Ve kaç tane?


(Allam resmen boyunsuz çıkmışım da artık blogda mübah böyle fotoğraflarım)

D: Arapçayı kaligrafik olarak çok beğeniyorum. Sanat gibi, sanat eseri gibi geliyor bana. Saçma bir kelime bile yazsa, Arapça olduğu için dikkatimi çekebiliyor. Aslında kökümüzde hiç arap yok. Ama doğuya ve arap kültürüne çok yatkınım. Hiç yabancı hissetmiyorum kendimi. 5 tane dövmem var. (Sol bileğindekinin anlamı): İyi ile kötüyü ayırt edebilen. (Sağ kolunda alt alta olan yazıların anlamı): İsmim, dünya, güç, kader ve sabır. Geri kalanlardan biri daha yazı dövme, soyadım yazıyor Arapça. Doğudan esen yağmur getiren rüzgar demek. Kızılderili olduğuma ilk inandığım dönemlerde yaptırmıştım. :)

 B: Daha çok moda çekimlerinde değil de müzik gruplarını veya sanatçıları, müzisyenleri çekmeyi tercih ediyorsun. Bunun özel bir sebebi var mı?

(Mis portfolyosunu görmek için de sitesine tıktık. Instagramını da bitmeden alın!)

D: Aslında Londra’daki okulda moda fotoğrafçılığı okudum. Çok seviyordum aslında moda fotoğrafçılığını. Bir hikaye anlatıp, gerilla çekimler yapmayı çok seviyordum. Fakat Türkiye’de daha farklı işlediğini görünce biraz uzaklaşmış oldum. O anlayışın bana uymadığını anladım. Moda çekimlerimde daha seçici olmaya başladıkça, müzisyenlerle çalışmalarım artmaya başladı. Belki de müziğin moda kadar kolay tüketilen bir üretim olmamasından kaynaklanıyor. En çok sorulan sorulardan biri de 'neden müzisyenlerle çalışıyorsunuz?'. Birincisi yine tabi ki canım öyle istiyor, öyle keyif alıyorum. İkincisi de belki de müziği çok sevip sıfır yeteneğim olduğu içindir. Keman, piyano, gitar ve hatta Mısır' da darbuka dersleri aldım. Sonuç; hiçbir şey hatırlamıyorum :)) Çok güzel müzik yapanlar var ve çok uğraşıyorlar. Hepimizin birbirine destek olması gerekiyor. Müziği görselleştirmek çok kutsal birşey. Onu yapabilmek, insanların etkilenip, beğenmesi… Modadan daha kalıcı geliyor bana. Özlüyorum da aslında moda fotoğrafçılığını hatta çalışmalarım da oluyor fakat daha çok yayınlanmamak üzere çekiyorum. Daha masal üzerine oluyor. Mesela masal hattını arayıp saatlerce dinliyorum veya internetten masallar bulup uyurken onları dinliyorum. Ve onlardan etkilendikçe direk "bunu nasıl görsele dönüştürebilirim" veya "nasıl bir fotoğraf serisine dönüştürebilirim" diye fikirler geliyor. Çektiklerim de var çekmediklerim de var. Türkiye değiştikçe belki.. Çünkü çok yeni tasarımcılar ve benim tarzıma yakın olanlar da var.  

B: Çekimler sırasında nasıl bir playlist yapıyorsun kendine?

D: Çekime göre değişiyor. Bir müzisyenle çalışıyorsam onun tercihi oluyor. Çünkü daha müziği hissetmesi için. Modele veya çektiğim kişiye de soruyorum ama daha o günki moda göre de seçiyorum. Mesela siyah-beyaz ise daha farklı oluyor. İlham aldığım müzisyenleri de aralara sıkıştırıyorum (The Doors, Patti Smith, Edith Piaf…) Daft Punk çalarken bir anda Edith Piaf çalabiliyorum. 

B: Çekimlerinde veya günlük hayatında kilit bir eşyan var mı? Sana uğur getirdiğine inandığın?


(Söylemeden edemeyeceğim, inanılmaz güzel ve deneysel bir tarzı var. Umuyorum ki bazı kızlarımızın ilham köşesinde yer alır. Kendi ruhunuzu dinleyin giyinirken! Gamzelerinizden öperim.)

 D: Yüzüklerim olmadan sokağa bile çıkamıyorum. 10 yıldır falan böyle. Biraz Barış Manço’nun bize mirası diyebilirim. Kameram, yüzüğüm, saçlarımdan dolayı tokam oluyor mesela yanımda. Çünkü arada deliriyorum topluyorum.

 B: Giyim tarzını tanımlayabilir misin?

D: Sürekli değişen bir ruh halim var. Çünkü bir sabah uyanıp “ yeni elbise giyeceğim, topuklularımı giyeceğim” derken ertesi sabah uyanıp “ ya bugün pijamalarla çıksam olmaz mı” diyebiliyorum. O yüzden günlük halime göre. Ama Türkiye’de yine böyle bir sıkıntı oluyor. Depoda “Türkiye dışında giydiklerim” olarak ayrı kıyafetlerim var. Orada mesela peruk takıp çıkabiliyordum, canım ne istiyorsa yapıyordum. Burada tabi çok fazla yapamıyorum. Ama yaptım da. Çok komik şeyler de yaşadım. Fakat insanlar eleştiriden çok sürekli bir açıklama istiyorlar. “Niçin yapıyorsun ki?” gibisinden. Canım istiyor yani. O beni biraz rahatsız ediyor. 

B: “Sen de beni seviyosun Sebastian” kısa filmin nasıl oluştu? Hikayesini sen mi yazdın?

D: Evet ben yazdım. PechaKucha art diye bir event var her ay farklı konseptlerle düzenlenen, 34Solo ajans yapıyor. Beni böyle aradılar “Katılmak ister misin? Konseptimiz hayali bir karakter yaratmak, sen yakın geldin buna” diye. Sebastian benim yıllardır arkadaşım, herşeyim. Çocukluğumdan beri...  Ve  “ aa tamam Sebastian’ı yapayım” derken bunu Mabel’e anlattım. Mabel de “ben oynarım ya” dedi. Ben de “evet ya sen Sebastian olabilirsin.” dedim. Böyle başladı. Ve çok saçma normalde çok üşenebileceğimiz bir durumdu. Çünkü video çektik birçok yerde, işte kurgusu, ben ilk defa şarkı söyledim, stüdyoya girdim çok saçma ve komikti. Çok sevdiğim iki arkadaşım Can Saban ve Ali Rıza Şahenk yardımcı oldu stüdyo kayıt konusunda. Ali' nin FatLab stüdyosunda kaydedildi. Onları biraz müzikten soğutmuş olabilirim ama bu sesimle :))) Sonuç olarak dünya için önemsiz benim için çok önemliydi bu çalışmam çünkü yıllarca inandığım bir hayali karakteri canlandırıp herkesle paylaştım.


(İhh dövmemi buraya da koyar,  -sen de beni seviyosun Sebastian ı da buraya yapıştırırım:)) 

 B: Çekimlerinde stylingi kendin mi yapıyorsun? Sürekli çalıştığın bir stylist var mı?


(Mutluluğumu belgeleyen fotoğrafta şöyle bir dursun)

 D: Projeden projeeye değişiyor, kalabalık bir moda çekimiyse, ekibe bırakıyorum ama çekim anında da olsa bir dokunuşum oluyor. Gözüm kapalı güvenebileceğim bir ekibim olana dek bu böyle devam edecek. İşin yorucu kısmı da fotoğraf okurken styling, make-up derslerimiz de vardı; bir yandan güzel çünkü çekimde tam kontrol sahibi oluyorum ama bir yandan da her detaydan haberdar olmak yoruyor. Yine aynı sonuca bağlayacağım, gözüm kapalı güvenebileceğim bir ekibim olana dek bu yorgunluk devam edecek ama en nihayetinde içime sinecek işin sonu. 


B: Senin model olduğun çekimlerde örneğin Nice Things for Nice Boys için en son kamera karşısındaydın, böyle durumlarda kamera arkasına da karışıyor musun? Kurgusuna veya nasıl olması gerektiğine?



D: Röportajda değil ama stüdyo çekimiyse eğer karışıyorum, kendimi rahat hissetmek için. Zaten öyle çekimlerde bana bırakıyorlar, “sen nasıl istiyorsan öyle giyin” falan diye. Sonra fotoğrafları seçip photoshop yapıyorum (Gülüyor) Mesela bu kareyi Emel Bayram çekti Niceboys röportajım için.


B: Çok masalsı ve hayal gücün geniş bir insansın. Kendine yakın gördüğün bir masal kahramanın var mı? Ama hayali değil de olan bir kahraman…

D: Masalsı sayılır mı bilmiyorum fakat hepimiz Küçük Prens’in askerleriyiz. :) Kül Kedisini çok seviyorum. Biz 4 kardeşiz, ben üç kızın ortancasıyım. Aslında her ne kadar birazcık cadı olsam da onların yanında Kül Kedisi tribim oluyor :) Neden bilmiyorum, dramayı çok sevdiğim için herhalde. Ama her masal karakterinde bir şey buluyorum. Narsistçe değil de çocukca oluyor bu his. Bu bir tilki de olabilir, bir leylek de olabilir. Çocukluğumda radyo spikerliği, çizgi film ve masal seslendirmesi yapıyordum. O kadar çok masal seslendirdim ki, ister istemez hepsinde kendime birşey bulmuşum. 

B: Çok saçma bir objeden veya bir şeyden ilham aldığın oluyor mu? Benim mesela yatak çarşafıdır.:)


D: Oluyor tabi çok. Çok saçma gelicek ama yaşamak çok güzel geliyor o zaman. Saçma sapan şeyler o kadar güzel geliyor ki. Zaten hayat başka türlü geçmez. En sevdiğim şey yerdeki yaprakları toplayıp üstüne yazılar yazmak. Tüyleri toplayıp kolajlar yapıyorum. Hepsinin, herşeyin gönderildiğine inanıyorum. Delilik gibi geliyor başka insanlara ama başka türlü de yaşanmıyor bana kalırsa. 

B: Hayalinde yapmak istediğin bir çekim var mı? Yoksa çoktan yaptın mı?

 D: Çok kadınlık yapmak istemem ama ben de çocuğum olsun ve onunla fotoğraflar çekebileyim istiyorum. Olursa mutlu olurum, olmazsa sağlık olsun derim. Keşke dünyadaki bütün çocukları çekebilsem. Hepsini yani.. Farklı sınıfları, farklı toprakları… Çocukları çekmeyi çok seviyorum. Patti Smith’le çalışmayı çok isterdim, gençliğinde özellikle. Ama bu sadece bir istek, güzel bir hayal. Gerçekleşmesi umrumda bile değil :)

B: Başka bir dünya mümkün mü?

 D: Mümkün sanırım. Ben inanıyorum. Hani delilik gibi gelecek ama ben inanıyorum. Çünkü yaz geceleri yıldızları izlerken hissediyorsun. Sen izliyorsun, oradan da seni izliyorlar. Ama bu çok romantik gelmesin kulağa :) Neden olmasın... (Üstüne de ezan okundu. -gülüşmeler-) Hayatta o kadar ilginç şeyler oluyor ki iyi veya kötü. O işaretler bir yerden bir şekilde geliyor. İnanıyorum ben aaaa!

Ve sonra el ele tutuşup Karaköy'de deniz kenarında sonsuzluğa doğru koştuk... :))) Böyle bir son yapsaydık da cuk olurdu şu röportaja. Bak nasıl bitirsem bilemedim. Ah buldum; başka dünyalarda da görüşmek üzere! 

Style Baby