Resmen şuan bu yazıma mutluluktan nasıl giriş yapacağımı bilemiyorum ama bunu derken bile girdim. Bu yazının benim için anlamı ve yeri çok başka çünkü kişiliği olsun, yaptığı işi olsun, tarzı olsun çok beğenip takip ettiğim Dilan Bozyel ile olan röportajımı yazacağım. Onun işlerinden yazılarıma alıntı yapa yapa evrene nasıl mesaj yolladıysam valla geldi. "Yetenek doğanlar" yazılarımın en lavliyysi bu olacak yapıyorum şimdiden uyarımı. Gözlerinizde kalpler belirebilir. Yazının bu kısmına kadar hala nasıl saçmalamadan yazdıysam bravo bana demek röportaj yapınca insana bir ağırlık çöküy... Ay yok bu yazı da hiç ağır değil diyor ve geyiği kesiyorum.
Karaköy'deki Karabatak cafe sponsorluğunda gerçekleştirilen 10sayfa işbirliğince hazırladığımız röportajımıza hoşgeldiniz. (bkz. geyiği kesemiyorum) 10sayfa kimdir, nedir buna 6 Ocak'ta kavuşacaksınız.
Lomography'de Mabel Matiz ile yaptıkları "Aramızda Kalanlar" sergisinin açılış gününe gidemediğim için hergün duvar dibine geçip ağlıyorum. O gün İtalya'da olduğumdan ötürü... Benden ötürü işte. Ama geldiğim günün ertesi günü gittim gördüm rahatladım. Birkaçta kare çektim ki, hala gitmeyeniniz varsa, Ocak ortasına kadar Galata'daki Lomography dükkanında hizmetinizde. İnsan yüzünde koca bir gülümsemeyle inceliyor her bir kareyi. Çıkışta mutluluk garanti!
O günkü kadar başka bir gün kahve içmemişimdir sanıyorum. Beynim ona odaklamış kendisini. Bir de eskilerin gazetecisiyim de sanki... Ay ne biliyim. Ama Dilan'nın tavırları, konuşması ve enerjisi o kadar güzeldi ki, ilkokul 1 sorusu sorsam herhalde düşünüp, ciddi cevap verirdi. Öyle de heyecanımı aldı götürdü. Bu arada "siz" hitaplı konuşmaları anlamaması lavliyy. Direk "sen" işte. Oh mis!
Karaköy'deki Karabatak cafe sponsorluğunda gerçekleştirilen 10sayfa işbirliğince hazırladığımız röportajımıza hoşgeldiniz. (bkz. geyiği kesemiyorum) 10sayfa kimdir, nedir buna 6 Ocak'ta kavuşacaksınız.
Zamanlama konusunda biraz erken davranmış olacağım ki o gün 3 saat erken gittim. Heyecanımı çok belli ediyorum değil mi. Aslında burada size Dilan Bozyel'in kim olduğunu anlatmanın dışında, onun çalışmalarıyla, hayata bakışıyla ve sorularıma verdiği cevaplarla hayatınıza renk katmaya geldik. Ukalalığımın da daniskası. Şaka bir yana; kendisi insanların bir görev için geldiğini düşünüp, onun görevinin de insan hayatına bir renk, bir nefes katmak olduğuna inanıyor. Çokta güzel yapıyor! Böyle ortadan daldım konuya da şimdi tekrar başa sarıyorum.
"Dilan Bozyel kimdir" konuşmasını çok yapmayacağım çünkü yaparken ben sıkılıyorum. Zaten kendisinin bu konuda detaylı anlatımını yine 10sayfa sitesinde bulacaksınız. Ama kısaca bir özet geçmem gerekirse, fotoğrafçı, hayalperest, dramayı seven ama bir o kadar deli dolu, insanların (önceden de dediğim gibi) hayatlarına, yaptığı çalışmalarla bir nefes katmaya çalışan, başarılı bir iş gördüğünde bunu görsele dönüştürmeyi amaçlayan, Küçük Prens'i seven Sebastian'ı sayan, Diyarbakır'lı bir kız Dilan Bozyel. Off bir kerede ne biçim anlattım. Tamam dağılabilirsiniz röportaj dediğim buydu. hoho.
Şimdi ben susayım da biraz röportajımız konuşsun daha doğrusu Dilan konuşsun. Zaten ben yine aralara dalarım. Arada parantez içinde yazıcaklarım da benim şuan yazdıklarım hani yanlış anlamalara meydan vermeyeyim ben:)
Ben: Diane Arbus ile fotoğrafçılığa başladığını söylemiştin. Ondaki neyi kendine
yakın gördün de bu seni fotoğrafçılığa itti?
Dilan:
Çok ironik aslında, onun hayata bağlanışı fotoğrafla oldu ama intiharı da
fotoğrafla. Aşık oluşu da fotoğrafla. Aslında mevcut, huzurlu bir yuvası varken tutkuyu keşfetmesi gibi. Biraz
öyle bir paralellik var.
B: Analog kameralara olan ilgini bildiğimden şunu merak ediyorum; dergilerde kapak
çekimleri veya billboardlara giydirilen afişlerden bahsedemem çünkü yüksek
çözünürlük olması lazım, fakat moda çekimleri için analog kameralar kullanılsa
sence de daha orjinal kareler çıkmaz mı? Veya böyle kameralar mümkün olur mu
çekimlerde?
D: Olabilir. Şöyle birşey anlatabilirim; Londra’dan geldiğim ilk yıl, Londra’da
yaptığım bir çekimimi istemişti buradaki bir dergi. Analog çekim yapmıştım ve Holga ile çekmiştim hatta ve gönderdiğimde bana “bunun grensizi var
mı?” demişlerdi. Türkiye’ye geldiğimde ilk şokum bu olmuştu. Türkiye herşeyde
geriden geldiği için, insanlar yeni yeni başladı ve online dergiler de çok işe
yaradı bu konuda. İstediğimiz kadar deneysel projeler yapabiliyoruz ve artık
basılı olmasına da gerek yok. Ne yazık ki analogun keyfi çok başka.
B: Model konusuna da değinmek istiyorum çünkü senin seçtiğin tarz modelleri çok
beğeniyorum. İnsanların “kusurlu” dediklerini sen çekimlerinde tercih
ediyorsun. Nasıl karar veriyorsun? Daha çok hangilerini seçmeye çalışıyorsun?
D: Estetikli tercih etmiyorum yani estetiğe karşı değilim. Ama çok bas bas seksi
olmaya çalışan, zoraki hiçbirşeyi sevmiyorum. Görünüyor zaten, sokakta bile
belli ediyor kendini. Daha doğal seviyorum. Biraz oyuncu diyeceğim aslında ama
o da eğreti değil. Filmin içinde yaşıyor gibi hisseden insanlarla çalışmayı
seviyorum. Çünkü hissediyorlar. Çekimlerimde benim çok fazla kişi olmaz.
Özellikle az ekiple çalışırım. Çok fazla ışık kullanmamaya çalışırım.
Türkiye’de bunlar anlaşılmıyo gerçi, amatör gibi görünüyor, ama öyle değil. Bir
konsept dahilinde yapıyorsam ki genelde öyle yapıyorum, bir müzik belirliyorum, önceden modele dinletiyorum, kulaklık verip hatta “sen bunu dinleyerek yürü
biraz, tek başına dinle köşede” deyip onun o havaya girmesini istiyorum.
Aslında model seçerken çok tercihim olduğu için, (az ama çok), o projeye uygun,
onu hissedebilecek, konseptin hissini verebilecek insanları tercih ediyorum.
Şuanki dergilerde de eskiye oranla bu “altın oran” kavramının biraz daha
kırıldığını düşünüyorum.
B: Dövmelerinin anlamlarını sormak istiyorum. Özellikle Arap ülkelerine gidip mi
yaptırıyorsun? Senin için nasıl bir anlamı var? Ve kaç tane?
(Allam resmen boyunsuz çıkmışım da artık blogda mübah böyle fotoğraflarım)
D:
Arapçayı kaligrafik olarak çok beğeniyorum. Sanat gibi, sanat eseri gibi
geliyor bana. Saçma bir kelime bile yazsa, Arapça olduğu için dikkatimi çekebiliyor. Aslında kökümüzde hiç arap yok. Ama doğuya ve arap kültürüne çok
yatkınım. Hiç yabancı hissetmiyorum kendimi. 5 tane dövmem var. (Sol
bileğindekinin anlamı): İyi ile kötüyü ayırt edebilen. (Sağ kolunda alt alta
olan yazıların anlamı): İsmim, dünya, güç, kader ve sabır. Geri kalanlardan biri daha yazı dövme, soyadım yazıyor Arapça. Doğudan esen yağmur getiren rüzgar demek. Kızılderili olduğuma ilk inandığım dönemlerde yaptırmıştım. :)
B: Daha çok moda çekimlerinde değil de müzik gruplarını veya sanatçıları,
müzisyenleri çekmeyi tercih ediyorsun. Bunun özel bir sebebi var mı?
(Mis portfolyosunu görmek için de sitesine tıktık. Instagramını da bitmeden alın!)
D: Aslında Londra’daki okulda moda fotoğrafçılığı okudum. Çok seviyordum aslında moda fotoğrafçılığını. Bir hikaye anlatıp, gerilla çekimler yapmayı çok seviyordum. Fakat Türkiye’de daha farklı işlediğini görünce biraz uzaklaşmış oldum. O anlayışın bana uymadığını anladım. Moda çekimlerimde daha seçici olmaya başladıkça, müzisyenlerle çalışmalarım artmaya başladı. Belki de müziğin moda kadar kolay tüketilen bir üretim olmamasından kaynaklanıyor. En çok sorulan sorulardan biri de 'neden müzisyenlerle çalışıyorsunuz?'. Birincisi yine tabi ki canım öyle istiyor, öyle keyif alıyorum. İkincisi de belki de müziği çok sevip sıfır yeteneğim olduğu içindir. Keman, piyano, gitar ve hatta Mısır' da darbuka dersleri aldım. Sonuç; hiçbir şey hatırlamıyorum :)) Çok güzel müzik yapanlar var ve çok uğraşıyorlar. Hepimizin birbirine destek olması gerekiyor. Müziği görselleştirmek çok kutsal birşey. Onu yapabilmek, insanların etkilenip, beğenmesi… Modadan daha kalıcı geliyor bana. Özlüyorum da aslında moda fotoğrafçılığını hatta çalışmalarım da oluyor fakat daha çok yayınlanmamak üzere çekiyorum. Daha masal üzerine oluyor. Mesela masal hattını arayıp saatlerce dinliyorum veya internetten masallar bulup uyurken onları dinliyorum. Ve onlardan etkilendikçe direk "bunu nasıl görsele dönüştürebilirim" veya "nasıl bir fotoğraf serisine dönüştürebilirim" diye fikirler geliyor. Çektiklerim de var çekmediklerim de var. Türkiye değiştikçe belki.. Çünkü çok yeni tasarımcılar ve benim tarzıma yakın olanlar da var.
B: Çekimler sırasında nasıl bir playlist yapıyorsun kendine?
D:
Çekime göre değişiyor. Bir müzisyenle çalışıyorsam onun tercihi oluyor. Çünkü
daha müziği hissetmesi için. Modele veya çektiğim kişiye de soruyorum ama daha
o günki moda göre de seçiyorum. Mesela siyah-beyaz ise daha farklı oluyor.
İlham aldığım müzisyenleri de aralara sıkıştırıyorum (The Doors, Patti Smith,
Edith Piaf…) Daft Punk çalarken bir anda Edith Piaf çalabiliyorum.
B: Çekimlerinde veya günlük hayatında kilit bir eşyan var mı? Sana uğur
getirdiğine inandığın?
(Söylemeden edemeyeceğim, inanılmaz güzel ve deneysel bir tarzı var. Umuyorum ki bazı kızlarımızın ilham köşesinde yer alır. Kendi ruhunuzu dinleyin giyinirken! Gamzelerinizden öperim.)
B: Giyim tarzını tanımlayabilir misin?
D:
Sürekli değişen bir ruh halim var. Çünkü bir sabah uyanıp “ yeni elbise
giyeceğim, topuklularımı giyeceğim” derken ertesi sabah uyanıp “ ya bugün pijamalarla çıksam
olmaz mı” diyebiliyorum. O yüzden günlük halime göre. Ama Türkiye’de yine böyle
bir sıkıntı oluyor. Depoda “Türkiye dışında giydiklerim” olarak ayrı kıyafetlerim
var. Orada mesela peruk takıp çıkabiliyordum, canım ne istiyorsa yapıyordum.
Burada tabi çok fazla yapamıyorum. Ama yaptım da. Çok komik şeyler de yaşadım.
Fakat insanlar eleştiriden çok sürekli bir açıklama istiyorlar. “Niçin
yapıyorsun ki?” gibisinden. Canım istiyor yani. O beni biraz rahatsız ediyor.
B: “Sen
de beni seviyosun Sebastian” kısa filmin nasıl oluştu? Hikayesini sen mi
yazdın?
D:
Evet ben yazdım. PechaKucha art diye bir event var her ay farklı konseptlerle
düzenlenen, 34Solo ajans yapıyor. Beni böyle aradılar “Katılmak ister misin?
Konseptimiz hayali bir karakter yaratmak, sen yakın geldin buna” diye. Sebastian benim yıllardır arkadaşım, herşeyim. Çocukluğumdan beri... Ve “ aa tamam Sebastian’ı yapayım” derken
bunu Mabel’e anlattım. Mabel de “ben oynarım ya” dedi. Ben de “evet ya sen
Sebastian olabilirsin.” dedim. Böyle başladı. Ve çok saçma normalde çok
üşenebileceğimiz bir durumdu. Çünkü video çektik birçok yerde, işte kurgusu,
ben ilk defa şarkı söyledim, stüdyoya girdim çok saçma ve komikti. Çok sevdiğim iki arkadaşım Can Saban ve Ali Rıza Şahenk yardımcı oldu stüdyo kayıt konusunda. Ali' nin FatLab stüdyosunda kaydedildi. Onları biraz müzikten soğutmuş olabilirim ama bu sesimle :))) Sonuç olarak dünya için önemsiz benim için çok önemliydi bu çalışmam çünkü yıllarca inandığım bir hayali karakteri canlandırıp herkesle paylaştım.
(İhh dövmemi buraya da koyar, -sen de beni seviyosun Sebastian ı da buraya yapıştırırım:))
B: Çekimlerinde stylingi kendin mi yapıyorsun? Sürekli çalıştığın bir stylist var
mı?
(Mutluluğumu belgeleyen fotoğrafta şöyle bir dursun)
B:
Senin model olduğun çekimlerde örneğin Nice Things for Nice Boys için en son
kamera karşısındaydın, böyle durumlarda kamera arkasına da karışıyor musun?
Kurgusuna veya nasıl olması gerektiğine?
B: Çok masalsı ve hayal gücün geniş bir
insansın. Kendine yakın gördüğün bir masal kahramanın var mı? Ama hayali değil
de olan bir kahraman…
D: Masalsı sayılır mı bilmiyorum fakat hepimiz Küçük Prens’in askerleriyiz. :) Kül Kedisini çok seviyorum. Biz 4 kardeşiz, ben üç kızın ortancasıyım. Aslında her ne kadar birazcık cadı olsam da onların yanında Kül Kedisi tribim oluyor :) Neden bilmiyorum, dramayı çok sevdiğim için herhalde. Ama her masal karakterinde bir şey buluyorum. Narsistçe değil de çocukca oluyor bu his. Bu bir tilki de olabilir, bir leylek de olabilir. Çocukluğumda radyo spikerliği, çizgi film ve masal seslendirmesi yapıyordum. O kadar çok masal seslendirdim ki, ister istemez hepsinde kendime birşey bulmuşum.
B:
Çok saçma bir objeden veya bir şeyden ilham aldığın oluyor mu? Benim mesela
yatak çarşafıdır.:)
D:
Oluyor tabi çok. Çok saçma gelicek ama yaşamak çok güzel geliyor o zaman. Saçma
sapan şeyler o kadar güzel geliyor ki. Zaten hayat başka türlü geçmez. En
sevdiğim şey yerdeki yaprakları toplayıp üstüne yazılar yazmak. Tüyleri
toplayıp kolajlar yapıyorum. Hepsinin, herşeyin gönderildiğine inanıyorum.
Delilik gibi geliyor başka insanlara ama başka türlü de yaşanmıyor bana
kalırsa.
B:
Hayalinde yapmak istediğin bir çekim var mı? Yoksa çoktan yaptın mı?
B:
Başka bir dünya mümkün mü?
Ve sonra el ele tutuşup Karaköy'de deniz kenarında sonsuzluğa doğru koştuk... :))) Böyle bir son yapsaydık da cuk olurdu şu röportaja. Bak nasıl bitirsem bilemedim. Ah buldum; başka dünyalarda da görüşmek üzere!
''sende beni seviyorsun Sebastian'' hikayesi hayatımı değiştirdi diyebilirim. Dilan Bozyel'i bir idöl, bir abla, bir ilham kaynağı gibi görüyorum.
YanıtlaSilİrem, nasıl mutluluk saçıyorsunuz. yarın sabah sayenizde gülümseyerek uyanacağım ve daha keyifli kahvaltılar hazırlayacağım hepinize, söz :) sevgiler, d.
Sil