29 Kasım 2013 Cuma

Siestanızı Nasıl Alırdınız?

Bloglar da özlenebiliyormuş, benim burnumda tüttü, yataklara düştüm, komaya... Yok abarttım ama yazamadığım için hep bir eksiklik hissettim içimde. Sanki yazmazsam herşey kaçıp gidecekmişçesine bir his. 

Dönelim 5 gün öncesine...
Kahramanımız bir Pazar gününü brunch yaparak değerlendirmek istemişti. Hatta ona yönelik yerleri googleda araştırıp öyle de yola koyuldu. Bu arada evet okulum açıldı ve herkes italyan.. Çok tatlış gerçekten<3 En iyi dostum içkim ve bana çeviri yapan kız. Bayansı kız. 

Neyse sahile yakın, hepte gitmek istediğim alanda bir yer buldum, tabi benim gözümde köy kahvaltısı canlandı veya Hardal'daki kahvaltı tarzı birşey bekliyorum... Ah bu ben, hala öğrenemedim italyanların öyle bir kültürü olmadığını... Krosan yiyolar abi veya başka bir hamur işi... Gitti benim yumurta hayallerim, yerlere düştü nutellalı(!) köy kahvaltılarım. 


Şundan çok eminim ki hayat random yaşayınca güzel... Eğer bu görüşte olmasaydım sanırım çoğu gittiğim yeri buraya geldikten 5 ay sonra anca keşfederdim... Napoli öyle bir yer ki hangi sokaktan nasıl yerler, hangi gittiğin yerden ne tarz cafeler veya mağazalar çıkacağını kesitremiyor insan... İşte bu yüzden de bana İstanbul'u anımsatıyor ve huzurlu hissetmemi sağlıyor. Bu Pazar günüm de huzur dolu geçti zaten. Aradığım cafe doğrultusunda giderken, bir anda ünlü markaların olduğu Piazza del Martiride buldum kendimi. Ne tarafa dönsem bir marka fışkırıyor. Buna burada artı şaşırdım çünkü nedense Napoli'de bu tarz bir sokakla karşılaşacağımı hiç beklemiyordum. 


Navigasyonla geçirdiğim uzun debelenme sonucunda Clu'yu buldum. Via Carlo Poerio sokağında, dışarıdan sevimli görünüp içeri girince arkalara doğru uzayıp giden çok hoş ve nezih bir cafe. Tabi ben sitesine bakarken "breakfast" falan yazıyordu böyle marmeladlar havada uçuşuyor diye düşünürken sadece krosan ve muffin yiyip 2 kahve içmemle son buldu... 


Çok keyif aldım orası da ayrı... Burada pazar günleri bizimki gibi çoluk çocuk toplayıp veya arkadaş gruplarıyla akşamlara kadar kahvaltı keyifleri olmuyor maalesef. Çoğu Napolili evde kalıp, haftanın yorgunluğunu atma peşinde... Yani yine bir siesta ile karşı karşıyayız sayın seyirciler. Gerçi ben otururken bir anda çocuklar doluştu, git gide kalabalık olduklarında da mutfak kapısından kaçtım zaten... Fiyatları da oldukça uygun bir yer. Gününe göre de her akşam bir canlı müzikleri var. Save the list! 
Bu arada çoğu yer pazartesileri kapalı... Hmm evet yine siesta.


Buradaki ağaçlar çok şanslı. Hep yan yana yan yana, bir de denize karşı... Yağmur, çamur olan bir gündü fakat yine de güzel bir parktan geçerek çıktım deniz kenarına. Burada melankolik mutlu olmayı öğreniyorum diyebilirim. Tabi bu, bu mevsimler için geçerli ama deniz kenarına gelince herşey çözülüyor. 


Binaların renklerine hayran olduğumu söylemiştim dimi önceki yazılarımda. Tamam bu kısmı atlıyoruz. Belli bir alan trafiğe kapalı burada (via Francesco Caracciolo) ve bisiklete binen, koşan baya insan vardı. Baya dediysem maraton gibi değil tabi ama normal benim gibi dolanan insanlardan çok spor yapanları gördüm. Taktım yine kulaklığı, dönsün shuffle. 


Öyle bir his ki yaklaşık 3 saate yakın yürümüşümdür ama sürekli "acaba daha ilerisine gitsem ne vardır?" diye düşünmekten kendimi alamayıp yürüdüğüm için ertesi gün tabanlarımın varlığını çok hatırlamıyordum. Bir de kimse yok demiştim ya, bağıra çağıra şarkı söyleyip yürüyorum, kesin biri duyduysa hakkımda işlem başlatıp ülkeden attıracaktır. 


Dağlarıı deldiiim bir başımaaa çöllerii aştııım bir tek beeeen! Yok be korkarım o kadar yapamam, sahil boyunca yürüdüm sadece. Bir an kafamı sürekli oradan oraya çevirirken 360 derece döndüreceğimden korktum o kadar. Bulunduğum yere o kadar ısındım ki resmen saate bakmaya korktum ki akşam olmasın ben de dönmeyeyim eve diye;( 


Beni ararsanız kahve çekirdeklerinin arasında yüzüyor olacağım. Buraya oturmadan önce, birşeyler yemek için tam deniz kenarında olan bir yere indiğimde, bir nişan ya da bir partinin ortasında buldum kendimi. Genelde yaşlılar ve ergenlerimizin olduğunu gördüğüm anda geri koştum. Evet yürürken yine birbirini yiyen çiftler tabiki gördüm. 

Sanat hem sanat hem toplum için ama buradaki toplum biraz seks için, sonra bütün seksler toplanıp... 1 aydır buradayım napayım yandı benim de kafa. Via Toledo caddesinde, yere yatırmış tuvalini, resim yapıyor amcam. Bu arada heryeri christmas spirit kaplamış durumda. Her vitrinde bir noel baba bir çam ağacı, sokaktaki her ağacın da neredeyse üstünde süslemeler. Yılbaşına son 1 ay^^

Aklımdayken marketlerle ilgili bir farkındalığımı dile getirmek istiyorum. Öncelikle onlar vermeden kasada poşete abanmaya kalkarsan popo üstü çakılırsın, kafana makarnaları yersin! Bu kadar da ciddiler bu konuda. Bugün refleks olarak kadının önünde duran poşete uzanıp aliym dedim de, kadının gözlerinde ateşi gördüm! Nedenini bilen varsa nolur söylesin ben henüz hatırlayıpta soramadım kimseye. 

Bir diğeri de makarnaya ciddi abanıyorlar. Yani buranın yerlileri öyle en azından. Bildiğin abanıyor ya. Büyük bir alışveriş sepeti düşün ama yerde sürüklediklerinden, içini de full makarna paketleriyle doldur. Ah keşke çekseydim... Kadının hışmından korktum ama. 

Kahvesiz başlayan günler biraz eksiktir burada. Burası orası değil fakat okulun tam karşısında olan cafedeki adamla kanka oluşum... Adam baya hangi günler dersim olduğunu falan biliyo artık. Ne zaman gelip gittiğimi. Birkere dersim olmadığı gün gitmiştim de aklı karışmıştı yavrum. Espressolar can dostum oldu arkadaşlar. Çok güzel ayıltıyor, kesin bilgi! 

Şu fotoğrafa da Groove Armada-Think Twice çok iyi gider. 


























Galleria Umberto'nun içinde çok tatlı dilek ağacı koymuşlar, ben durur muyum, tabiki yazdım! Hem de mağazadan aldığım faturanın arkasına-_- Olsun dilek dilektir. DUY BENİ SANTAAA


Ne var biliyor musunuz, gezmekten, keşfetmekten, ilham almaktan korkmayın. Ani kararlar vermekten,  kalabalıktan, sokaklardan korkmayın. Çünkü onlar sizin bakışlarınıza, enerjinize göre şekilleniyor. Ve ancak öyle kendinizin kim olduğunu buluyorsunuz. Çemberin içine sokmayın kendinizi. Böylelikle kapasitenizin ne olduğunu da fark edersiniz. Biz hiçbir yere, hiç kimseye ait değiliz. Kimse değil. Çünkü yaşam akıp giderken, birçok yere gidiyoruz ama oradan dönüyoruz da. Bir yere bağlamayın ki kendinizi, özgürlüğünüzün ne derece olduğunu görebilin. Orada kalanlar, sonsuza dek, sadece adım atmaktan korkan kişiler. Bu korku yenilebilir. Ünlü düşünür :) Çizenbayan'nın da dediği gibi "Az eşyanız olsun. Çünkü eşyalar sizi bir yere bağlar ve gitmenizi zorlaştırır." 

Ve evet kimse kimseye de ait değil. Neden olsun ki? Bu demek değil ki sevdiğin kişiler sürekli değişecek. Belki hayatınız boyunca sadece birini belki 2 veya daha fazla kişiyi seveceksiniz belli zamanlarda. Sadece ait olmadığınız aklınızın bir kenarında olsun ki, o veya siz giderseniz üzüntünüz minimum olsun. Ait değiliz diye de "ooooh hadi görüşürüz beni bağlamaz" demeyin kimseye :)

Ve Kasımlar da biter...

22 Kasım 2013 Cuma

In "Ricki Hall" We Trust!

Bu adamın fotoğraflarına bakıp iç geçire geçire ciğerim şişti... Sağlığıma önem verdiğim için hadi dedim daha fazla şişirmeyeyim de şu yakışıklı bebeyi yazayım. Bayanlar ve baylar, sizi ön koltuklara alayım... Baylar yazının sonlarına doğru çıkadabilir ama başlarını bence okuyup bir özümsemeleri lazım.

Siz değişime inanır mısınız bilmiyorum. Bahsettiğim değişim bildiğin evrim geçirme, başka bir hale bürünme! Ben inanıyorum, özellikle Ricki Hall'dan sonra daha çok inanıyorum. 
Kendisi ingiliz model ve oyuncu.. (OH MY GOD HE'S BRITISHHH sesleriyle postuma başlıyorum) 


Ne kadar zaman öncesi olduğunu tam bilmiyorum. Bu fotoğrafa aldanıp çıkayım demeyin, burada gerçekten bir kübalı eroin kaçakçısını andırmış ama valla öyle biri değill :( 


Arkadaşlar ben koptum siz yazın benim yerime... 
Bu yazıyı en çok yazmak istememin sebebi, bir insanın tarzı ile ne kadar başka birine bürüneceği. Davranışlar da önemli tabiki lakin yerine gidip göremedim henüz tanışmadım. Zaten o da Burcu nerede acaba diyordu! Kendisinin davranışları tahminimce tam bir "whatssap meeyy youu fokinn bastaaard" 


Şimdiki erkeklerimizin, Türkiyede de çok arttı bu, sakal uzatma sevdası... Ah o sevda... Uzatın uzatın kötü birşey demeyecektim. Bir sakalla kurtarıyorsunuz, bak adam nasıl değişmiş! İlk haliyle yolda yanımdan geçse dönüp bakmam, bu haliyle yanımdan geçse BİRDAHA GEEEÇ diye bağırırım. 
Yanlız bu sakal uzatma işinin de ince bir çizgisi yok değil tabi, yüzü güzel olan erkeklerimiz de yok değil, o yüzden sakallarla kapamayın güzelim yüzü yazıktır. Tabi Ricki Hall biraz artık Noel Baba tadında olmuş sakalları ama önemli değil, tarzını öyle bir oturtmuş ki, ayağına deyse sakalları gıkımı çıkarmam. 
Öyle ki eğer çok sakal uzatmak istiyorsanız bunu adabıyla yapın. Bu yazımı ciddiye alan kızlar da uzatsa ne gülerim.  Neyse adabıyladan kastım, giyim tarzınızı da ona göre oturtursanız çok leziz olur.


Okuduğum bir röportajında, stili için özellikle düşünmediğini söylüyor. Yani bir skinny jeans, Dr. Martens! ve beyaz t-shirt onun için yeterli. Fakat ben size demeyeceğim ki siz de düşünmeyin, evet düşünmeyin ama kendi stilinizi oluşturana kadar bence herşeyi denemelisiniz, ve stilden kastım sadece kıyafette değil, saç, sakal, aksesuarlar, renkler gibi gibi.. 




Modelimiz 25 yaşında bu arada. Sakallarla olmuş mu sana 35... Gerçi benim bir şikayetim yok, kesme yeter! Bu görseller de son reklam çekimlerinden. Çok cool parçalar ve güzel kombinler olmuş. Hani ilham diyorum, tarz diyorummm.

Kendisinin ölçülerini merak edenleriniz varsa ki ben merak etmiştim şahsen Nevs Model Agency de. Bir de komple ordaki erkeklere bakarsanız bu geceyi çıkaramazsınız ben size uyarımı yapayım hani. 


Ricki Hall'un tarzını tamamlayan bir de güzelim mi güzel random dövmeleri.. Benim böyle olmam hiç uzak ihtimal değil ya. 100 küsür dövmesi olduğundan bahsetmiş ve hiç saymamış haliyle.. Zaten 10. dövmeden sonra zihni sinire döner o, uyumak için koyun saymak gibi olur. Hepsinin öyle özel anlamları yokmuş, kendisine güzel gelen dövmeleri yaptırıyormuş. Dövmelerini yapan kişi de Zibi Dombek

Karizma olayı öyle birşeydir ki, burada da çok gördüm, adam yakışıklı kelimesinin yanından geçmiyor fakat öyle bir tarzı var ki kolundan tutup hadi evleniyoruz diyesim geliyor! Sonrasında da evlenmem o ayrı.. Beraber yaşamaya olumlu bakıyorum. Yani anlayacağınız biraz iç dünyanızdan, zevklerinizden yola çıkarak, yenilikleri keşfederek ve bakış açınızı geniş tutarak stil sahibi bence olunur. Bir de ağzınız laf yapıyorsa, uyumlu ve akıllı insansanız, yemişim yakışıklılığı ve güzelliği! Aynı şey bizim için de geçerli tabiki.


Hmmm şey sizi 1 dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum, arkasından ekrana yapışabilirsiniz... Bir cuma akşamı, işin, okulun yorgunluğu üstüne, ne koyucaktım buraya bebek veya sevimli kedi videosu mu. Bu yorgunluk üstüne hak ettik bunu kızlarcım. Göğsümdeki çiçekle senin geyiği birleştirsek Ricki? 

Ben hayallerime dalarken, eğer görsellere doyamadım diyorsanız Ricki Hall'un instagram hesabı huzurlarınızda. 

18 Kasım 2013 Pazartesi

Spartaküs'ün Askerleriyiz

Okulun başlamasına saatler kalmışken...
Dedim ben de şu Roma'ya gidişimi yazayım artık insanlar yalan sanmasın. Hakkımda gıybetler başlamasın! 


Şu postu da Lana Del Rey dinlemeden yazamıyorum! Lanamı getirin bana! 
Hızlı trenle ciddi düşünüyorum... O kadar keyifliydi ki.. Gerçi kalktıktan 15 dakika sonra ben horul horul gitmiştim hayaller dünyasına. Gitmeden önce de bu kareleri çektim, arada da gözümü açıyordum tabi. Sabahın 08:00'ında binmiştik napayım benim suçum mu...

O trenden inmeyesim geldi resmen... Başka sefer de Milano'ya artık;) 
Roma çok yakın zaten Napoli'den 1 saat 10 dakika falan sürüyor. 


Trenden inmeyi beklerken de, Türkiyedeyken çok geyiğinin döndüğü şu işareti gördüm ve kendi kendime gülmeye başladım etrafımdakilere aldırmadan. Zaten anlamadılar neye güldüğümü. 
"Tren kapılarına hallenerek dans etmeyin!" :))))


Sadece günübirlik geldiğimiz için en mantıklısı tur ayarlamaktı yoksa dur oraya mı gitsek şuraya mı derken istasyonda kalırdık akşama kadar. Şu benim çok tatlı bulduğum üstü açık 2 katlı otobüslere bindik. Zaten istasyonun önünde onları ayarlayan adamlar duruyor. Bitane zenci vardı yaklaştı böyle biz de kaçtık. Hiçte ırkçı değilimdir ya ama burdaki zencilerden korkuyorum.. Meğersem adam tur ayarlayanlardanmış. 

Bu otobüslerin belli durakları var, haritada gösterdiği yerlerde duruyor. Beğendiğin yerlerde inip dolaşabiliyorsun, her 15 dakikada bir o bıraktığı yerden geçiyor zaten. Kulaklıkta veriyorlar giderken böyle dinliyorsun. Yukarıdaki fotoğrafları da giderken çektim. Ölmeden görülmesi gereken şehilerden biri kesinlikle Roma! Tarih akıyor sen de altında durmuş içiyorsun. Üff canım fondü çekti.


Ve işte esas beklenen yerlerden ilk durak; Kolezyum! Bu arada şehir o kadar sakin ki... Kendimi huzur evine gelmiş gibi hissettim böyle bir dinginlik çöktü. Napoli'nin o keşmekeşi, temposu burada o kadar yoktu. Açıkçası öğrenci olarak Roma'ya okumaya gelmek istemezdim, genç nüfusu da dikkat ettiğim kadarıyla azdı. 

Dönelim Kolezyuma. Başıma birşey gelmeyecekse içine girip bakmadık. İçinin göründüğü yerlerden böyle paramız yokmuşta kapıdan içeriyi gözetleyenler gibiydik. Yok yok fakirlik detected değil, az vaktimiz olduğundan ve başka yerlere de gideceğimizden buranın içini gezmedik. Ama dışarısının köşe bucağını da incelemeden dönmedik. 


Söylememe gerek var mı bilmiyorum ama ben yine söyleyeyim, Kolezyum, gladyatörlerin dövüştürüldüğü bir arenaymış. Fakat bunun dışında eğlenceler, oyunlar, hayvan avcılığı gibi etkinlikler de düzenleniyormuş. Günümüzde bazı taşları da çalınmış. Demek bu taş çalma bize özel değilmiş. :)) Salyangoz gibi bir yapısı vardı yani ben benzettim. Çok çok güzeldi ölmeden gelin. 


Biz yine bindik otobüsümüze. Kız anlatıyor kulağıma birşeyler ben dinliyorum. Arada italyanca birşeyler bağırıyor otobüsün kapısında duran kız. O an küfür ediyorum, sonra yine bakınmaya ve fotoğraflarıma devam ediyorum. İtalya'nın binaları kalp ben. He bir de takım elbiseli bebeleri kalp ben. 

Az gittik uz gittik dere tepe... Tepe? Tepe yok burada. Ara sokaklardan daldık ettik derken Vatikan'a geldik. Pederleri, rahibeleri görmemle bir hatim indirdim önce. Sonra zaten Vatikan'ı tavaf ederek hacılığımızı ilan ettik.. Ama ondan da önce, bir cafeye oturup yemek yedik tabi, bu kadar tarih aç karnına gitmiyor. 

Sizin de gördüğünüz üzere çok güzel bir yolu var türlü türlü huyu var. 
Ben olurum da dibimde romantik yapan, şarap içip koklaşan çift olmaz mı tabiki olur. 2 yan masadaydı-_-

Öpüşme yok burada pardon Vatikan'dayız şuanda. Bismill... Dur o burada denmiyordu. 









Böyle bir görkem olamaz... Nereye bakacağımı bilemedim başım döndü hani o derece. Sonra en iyisi dedim çıkıp "Papaaaaaa sen mi büyüksün ben mi uleeeen" diye bağırayım dedim zor tuttular. 
Pazar günlerini düşünemiyorum, gördüğünüz yerlede halktan insanlar oturuyor, ileride de loca var. 

Eskiden Papa'yı vurmuş bir milletten olarak biz de hala pişkin pişkin gidiyoruz ya çok tatlıyız <3 

Başka ülkede olduğum için mi hoş geliyor bilmiyorum ama burada her gökyüzüne baktığımda bulutlar bana çok güzel geliyor. Pamukları koparıp koparıp atmışsın gibi. Koşulsuz başka yerde olduğum içindir. 


Sağ alttaki alan Papa'nın öptürdüğü yer... ... .... Yani eteğini. İçerisinin her bir detayını koysaydım kesin beni rahibe olarak kiliseye alırlardı. O kadar detaylı işlemeler, altın kaplamalar ve motifler var ki bir kez daha başım döndü. İtalya'nın her kilisesi için bu geçerli ama burası çarpı 87681723. Sağ tarafta melekelerin olduğu yerin içinde de su vardı. Oradaki bayan da kolyesini içine sokup dua ediyordu. Ben eksik kalır mıyım, neyim eksik dedim baktım işaret parmağını suya batırıp istavroz çıkarıyorlar ben de kısmen aynısını yaptım. Benimki kurban keserler de kanını alnına sürerler ya salak salak, biraz ona benzedi. 


Vee geldik en janjanlı kısma. Fışkiyeyi kim kırdı? 

En çok beklediğimiz 3. ve son yer Fontana di Trevi nam-ı diğer Aşk Çeşmesi. Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım. Neden aşk çeşmesi dediklerini hala anlamıyorum ama madem demişler salladım cüzdanımdaki varımı yoğumu. Bir de meğersem kenarına oturulup tersten atılıyormuş usülen, ben gittim bi löönk diye savurdum. Sonra teyzenin biri söyledi de oturdum birdaha attım. Hocam ilki de sayılır ama banane ya! 

E at at bitmez bir de bikaç tur atalım dedik belki daha sağlam olur dilekler. O turu atarkenki yaktığımız kalorileri delizioso gelato ile geri aldık! Lezzetli dondurma dedim italyancanız yetmediyse falan hani... Translateten yürüyorum burda ya ne italyancası. 

Milletin kafasına sokarcasına da bir güzel yedim dondurmamı. Dondurmayı alırken de adam türkçeyi benden iyi biliyordu ben de ısrarla onla italyanca konuşmaya çalışıyordum. Böyle de malım. Bulmuşsun anlayanını ne kastırıyorsun illa kanıtlayacağım italyanca konuşmaya başladığımı. 













Son durağımızı da bitirdiğimize göre yürüye yürüye dönelim dedik istasyona, daha bayaa zamanımız vardı. Yine geldik fıskiyeli bir meydana. Buralarda çok var. Böyle geniş alanlar benim bi ruhumu açıyor ya bi mutlu oluyorum. Mis ferah. Sağ taraftaki binanın dibinde de birkaç cafe vardı oturduk kahvelerimizi içtik. Irish coffee içtim ben de, çokta biliyomuş gibi. İlk defa denedim ay bir acı alkol, ciğerlerim yandı. Martini içememem bir bu iki. 

Roma'da nerelere gidilebilir, neler yapılır gibi bir post yazabilecek kadar uzun da kalmak isterdim çünkü günübirlik gelmek hiç kesmedi beni. Neyse daha buralardayım..

Saat 16:00 suları sanırım. Artık trene gidiyorduk ki güneş ışığıyla beraber içimi bir hoşluk kaplayan bu sokağı da çekmeden duramadım. 1 saat sonra da havanın kararması bütün o hoşluğu alıp götürüyor maalesef. 
Trende dönüşte yine başından sonuna lökür lökür uyudum. Yanımda oturan adam da bi burnunu siliyordu bi hışır hışır bişeyler yapıyordu, ona fenalık geçirirken uyuya kalmışım. 

Uyandığımda yine enerjik Napoli'me gelmiştim. 

16 Kasım 2013 Cumartesi

Bana "Mom Jeans" Alsana Bişiy Deneyeceğim

Bu postu gardrop klasiklerinden yazıyorum. Yani dolabınızda bulunması gereken, zor zamanlarımızın kurtarıcısı, gözümüzün nuru, biriciğimiz Mom Jeans! Öyle ki birazdan görsellerini koyacağım jean über rahat, benim en sevdiğim şekilde yüksek belli, her vücut tipine de bir güzel olan kalıbı var. 
 Bu jeanleri ben de hatırlıyorum '90larda çok modaydı. Hatta annemde de vardı oradan anımsıyorum. İlk çıkışı Amerikada olmuş tabiki. Annemin dediğine göre, eskiden Türkiyede denim olmazken, yurt dışından getirtiliyormuş ve tek taş değeri görüyormuş. Nereeeden nereye..


Aslında oldukça çirkin bir modeli var ama günümüzde baya stylish duruyor ve istikrarla diyorum ki kurtarıcı parça! Giyeceğin birşey yoksa altına çek çık. Neyse 2003 senesinde Saturday Night Live feyyk bir marka oluşturmuşlar Mom Jeans diye. Tabi bu baya etiketliyor anneleri. Çünkü markanın sloganı "Anneler gününde annene parfüm alma. Annene "ben artık bir kadın değilim, bir anneyim!" dedirtecek birşey ver". Anneler kızmayın bana zaten onlar da ciddi değiller. Hatta biraz gülmek için tıktık 


Ben zaten olayın anneliğinde değil moda kısmındayım. Orayı hızlıca geçersek eğer, dönelim 90lara. Ayyy benim çocukluğum resmen. Arada da Full House dizisini izlerdim. Oradan da bu gırtlağa kadar çekilen jeanleri hatırlıyorum. Devasa kemerler de cabası. Onları fazla sevdiğim söylenemez şu yukarıdaki siyah kemer de dahil olmak üzere.


Eskiden annelerimizin giydiği çoğu kıyafete "ıyy öyk bu ne be" gibi ve benzeri tabirleri kullanıp, günümüzde onları giymemiz gerçekten takdire şayan. Vatkalar da buna dahil! Konumuz vatka değil, ben hala sevmiyorum o ayrı. Zaten kafam küçük, iyice gömülüyor içine kaplumbağa gibi kalıyorum. 

Her vücut için uygun olayı kesinlikle doğru. Fakat armut vücutlar beline kemer takmazlarsa daha iyi olur, yoksa belin inceliğini vurgulamak güzel de bir de o basenler çıkıyor. Yapmayın kızlar çıkarmayın basenleri. 


Düşük belden sıkılanlar için de süper rahatlık ya. Önceki postlarımda da bahsetmiştim, düşük bel giymekten yanlarımda çukur oluştu! Yan demişken, yanı olanların da yanlarını kapar bu meret. Pantolonun daha dar modelleri de var fakat esas hafif bol olanları tercih edin derim. Zayıf bacaklılar hepsini giyin tabi! Bize soran yok sağlığın sıhatin nasıl, bacağının kalınlık durumu nasıl!? Burdaki pizzalardan kilo aldım da duruldum. Bayadır yemiyorum. 

Benim en beğendiğim altına topuklu veya düz bir bootie, üstüne t-shirt veya büstiyer, üzerine de uzun retro bir hırka bir de şapka taktınız mı leziz olur. Kız seni yerler yerlerrr. 


Genelde paçalar kıvrılıyor fakat siz isterseniz kıvırmadan direk gidip kısalttırıpta giyebilirsiniz. Bana mı soracaksınız yani yok artık. İşte şu Dr. Martenslerle de çok cool oluyor. Ben nasıl almamışım bu pantolonu ya bu kadar yazıyorum da bende de yok yani. Buranın altını üstüne getirip bulacağım ama o ayrı. Sonra da popo kısmı diz kısmı aşınana kadar giyerim artık. Forma!


Bu kız topun üstünde kendini ordan oraya savurmadan, kafayı yakmadan iyi kızdı işte, diyorum ben! Bakınız tarzıyla, saçıyla, başıyla beraber mom jeansini de ne kadar güzel kombinlemiş. Şimdi anca çık ödül törenlerinde cigara iç miley, üstünde de kukunu belli eden saçma bir body ile. Ay bak tansiyonumu düşürüyor bu kız! Ben bir doz Rihanna-What Now alayım kendime gelirim. Miley'nin sol taraftaki kombini gibi kolsuz gömlekte tercih edebilirsiniz kızlar, güzel bir asi görüntü veriyor. Özellikle benim gibi anarşik ruhunuz varsa oh ne güzel. 

Bu jeanin bir güzelliği daha, benim gibi neredeyse bacak boyunuz yoksa, bacağınız lütfedip çıkmışsa,  göz hilesiyle uzun tutar. Kendimi bazen pazarlamacı gibi hissediyorum. Sanki siz gidip alırsanız bana komişşyon verecekler. O günler de gelir elbet baksana ruhumda var.


Diğer mon jeansi tercih eden zeeengin kesimimiz. Yani, ünlü demek istedim. En sağdaki ispanyol paçayı ve onun yanındakini hiç beğenmesem de hani çeşit olsun, görün, siz yapmayın. Dediğimi yap, yaptığımı yapma evladım. 


Bir önemli noktaya parmak bandıracak olursak, bu jeanleri genelde Topshop mağazasında bulabilirsiniz. O da olmadı Asos... O da olmazsa River Island veya American Appereal'dan bakabilirsiniz. Bu son ikisi en düşük ihtimalli olanlar. 




Sondaki iki bacakta başka renk olanı beğenmedim fakat elbet gideri vardır. 
Aldığım ilk gün ona sarılıp uyuyacağım yemin ediyorum. Bir de öpüp koklarım... Yoook artık o kadar da değil öhöm!

Naçizane 3 adette size kombin yaptım. Spor, şık veya casual sevenlere, hepinize hepinize. Hepsini seviyorsanız giyin üst üste kurtulun.



Yalana yalana yaptım bu spor kombini, o kadar çocuğum gibi o kadar bana yakın geldi. Canım gibi ya.. 


E bu da çocuğum gibi napıcaz? Kesin bende olmadığı için böyle geliyordur. Hasetimden o... -_- Buyrunuz casual stil. Akşam sevdiceğinizle çıkarken de yemeğe olsun, bir iki birşeyler içmeye olsun giyebilirsiniz. Ya da Esra Erol'dan birini bulup çay içmeye giderken falan....


Seni anan benim için yapmış! Pardon krolaştım yine. Beni tanımayanlar da salon kadını çizgimden şaşmıyorum sanır. Bu şık kombini de bir partiye veya daha çok bir kokteyle giderken giyebilirsiniz. Partiye bu palto uymaz sanıyorum gerçi yine konseptine göre değişir fakat güzel bir deri de giyebilirsiniz. 

Siz bu yazıyı okurken ben çok uzaklarda Topshop'a doğru yola çıkmış olacağım... Şaka şaka bu saatte nereye çıkıyorum, zaten Napoli'de Topshop yok.. Tamam yarama tuz basmayın;(

14 Kasım 2013 Perşembe

Sen Beni Öpersen, Belki de Ben İtalyan Olurum

Günlerden Çarşamba idi, maillerime bakarken, okulumdan gelen "bütün kurslar 19 Kasımda başlayacaktır" yazılı ingilizce maili görmemle ilk benim şalterler attı. Hani oyalıyorsanız ben döneyim oldum. Sonra Burcu durur mu! cevap falan yapıştırmadım tabi ayıp şimdi ne diicem. Ama aklımdan geçmedi değil. Neyse ben de bari bu başıboş günlerimi yine etrafı, yeni yerleri görerek değerlendireyim dedim. Fakat yazıma 2 gün öncesinden başlayacağım, lakin iki tane Vietnamlı beybi arkadaşıma şehir turu yaptırdım. Bakar mısınız resmen tur rehberi oldum. Olacak iş değil!


Düştük yollara... Ben mi fazla hızlı yürüyorum yoksa onlar mı çok avare kestiremedim fakat sanırım onlar öyle. Kendimi kesicem dönüp sürekli arkama bakmaktan! Bir de yeni gördüğüm yerler değil ya, o ilk heyecanım yok tabi. 
Geldik Piazza del Plebiscito meydanına. Dedim otur karnım acıktı artık bak titreme geldi! Yok öyle demedim kibar insanımdır ben bilen bilir... Fotoğrafta da göreceğiniz gibi daha o meydana gelmeden çeşmenin karşısında çok tatlı Monidee Cafe denen bir yere oturduk. Ayy fışkiyeyi kim kırdı! 
Leziz makarnalarımızı yedik keyfim yerine geldik. Birtanesi erkek arkadaşın var mı falan diye sormaya başladı dedim orda bi duracaksın, o konulara girmeyeceksin. Tabi olmadığı için hayır dedim ve konu kapandı. 


Kalktık, onlara sahile gittiğimi söylemiştim. Dediler bizi de götür. Burcuu biziii discoya götüüüür! Dedi naber dedim iyidir gibi bişey oldu, konuyu daha fazla dağıtmıyorum. Babamlar burdayken Pompei gezimizde deniz kenarındaki bu yolda durmuştuk ve bilmeden Castel Dell'Ovo'yu çekmiştim. Yine oraya gittik ve bu sefer içine de girdik. Tanrım böyle bir manzara yok... Bir de hava güzeldi. Tabi her zamanki gibi her köşe başında bir sevgili. Her metre kareye 3 sevgili düşüyor yemin ediyorum. Bugün de yürürken öpüşen yiyişen 15 tane görmüşümdür. 

Ben tabi bu manzarayı görünce unuttum yanımdakileri daldım manzaraya... İçimden "umarım sevdiğim insanla da buraya gelirim" diye geçirdiğimi hatırlıyorum. Bir Ti amo yazmayız fakat aslanlar gibi seni seviyorum deriz belki de..

Sonra bugün uyandım, okulun da tabi olmadığını hatırlayarak, Burcu dedim ışığı izle. Follow the white rabbit dedim! (Matrix izleyenler bilir.) 

Panjurlarımı komple indirip yattığım zamanların sabahı kendimi depresif hissediyorum, o yüzden biraz açık bırakıyorum ki ışıkla uyanayım. Sanki o zaman o gün pozitif geçecekmiş gibi geliyor. İnanırsam olur bence. Fonda da açıyorum Spotify'dan bir müzik ohh..












Odamda oturduğum zamanlar sürekli google maps'te dolaşıp gidilebilecek yerlere baktığımdan, burayı da önceden kestirmiştim. Yerin adı Vanvitelli. Metronun ustası olduğumdan artık heryere oradan gidiyorum.  Yaklaşık 15 dakika falan sürüyor. Buraya da geldim va aman tanrım yolların kenarları sağlı sollu lezzetli çipetpet. Ağaçlar, güler yüzlü insanlar... Yeşilköyü anımsattı bana. Hatta bazı yolları vardı ki dedim bir an "İstanbula geri mi gittim"..  


Yine önceden belirlediğim bir yer olan Castel Sant'Elmo'ya doğru yürümeye başladım. Çok kısa sürdü zaten metrodan indikten 10 dakika sonra falan geliyorsun. 


Önceki postlarımda da Napolideki binaların, apartmanların hastası olduğumu söylemiştim tabi. Yürürken de bakmamazlık yapmıyorum. Bütün çektiklerimi koymak istemiyorum o yüzden en beğendiğim bu binayı paylaşmak istedim. Yeşil panjurlu evimizde çok mutlu olacağız Sebastian... 


Ve sonra kalenin tepesine çıktım... Türkçem bitti şuanda! 
Girişte bilet almanız gerekiyor, öğrenciyseniz 2,5 euro değilseniz 5 euro. 


Bu manzaraya karşı Morrissey- let me kiss you şarkısını da dinlediysem bence olmuşumdur. Timsah görünümlü ada Capri adası. Gerçekten o an aklıma takılan düşünceler, sıkıntılar, buhranlar kuş olup uçtu. Zaten oradan bakarken de insanın kuş olup uçası geliyor. Rüzgarı kanatlarımda hissedip, bütün o beğendiğim binalarından üstünden salınarak geçmek istedim. 


Oranın kapısından çıkıp sağ aşağıya doğru kıvrıldığımda, yine manzarayla karşılaştım tabiki. Şerefe Napoli, seninle ilk karşılıklı içişimiz. Ama son olmayacak:) Yanında da jambonlu tost yedim çok güzel,  bir de güvercin besledim. Burada çok sokak hayvanı yok üzülüyorum.. O yüzden bari güvercinleri besleyeyeyim dedim.


Turum da bitip karnımı doyurduktan sonra, bütün ara sokaklara daldım ve çok tatlı bir pastane buldum. E macaronu da görünce durur muyum ben! Vanilyalısından kaptım bitane kendimi ödüllendirdim. Sonra tabi girdiğim mağazalarda pantolon denerken bacaklarımın kalınlaştığını farkedeceğimi henüz bilmiyordum. Ama hem rengi hem tadı süperdi... 

Okula son 4 gün.



Style Baby