12 Aralık 2013 Perşembe

"Üç Yol Var" Dedi, Biri Milano'ya Çıktı

Kulaklığımı takınca heryere gidebileceğimi söylediler, ben de öyle yaptım, işte Milano'dayım! Yani oradaydım.
Tren istasyona yaklaşırken size kalbimin hızını nasıl tarif etsem ki bilemiyorum.
Sonra bir basamak indim... O kadar uzun zamandır beklemiştim ki gitmeyi.
Tabi ben durur muyum, anında başladım fotoğraf çekmeye arkadaşımı beklerken.

Yılbaşı ağacımızı koyalım da December Special Edition olduğu belli olsun. İtalya'nın heryerinde dev gibi çam ağaçları dikiyorlar emin olabilirsiniz. Napoli'de de kaç tane gördüm inanın sayamadım. Kaldı ki etraf günlük güneşlik. O yüzden bir anlık yılbaşı ruhunu yakalıyorum, sonra kaçıyor. 
 Ben oturdum tabi oraya insanlara bakıyorum ki önümden 2 tane Vogue kapağından fırlamış kız geçti. Miu Miu ayakkabılarına mı baksam stillerine mi baksam aklımda da fotoğraflarını çekmek vardı derken yürüyüp gittiler tabi. Ben de tam turist ömer modumdayım tabi toparlanıp başka şehre gelmişim, o gezici ruhumu yansıtıyorum. 
Burada tıkılıp kalmayayım dışarıyı göreyim diye biraz daha yürüdüm...










Hala ağzım açık bir şekilde etrafı izliyorum. Tam öküz oldum ya. Biri birşeyimi alsa aman Milano nasıl olsa canı sağolsun deyip yürümeye devam edicem. Hayret bişiyy. Neyse hiçbirşeyim kaybolmadı onu da belirtiyim. İlk andaki izlenimimi soracak olursanız mükemmeldi ki daha istasyondan çıkmamıştım bile. Zaten geçirdiğim 4 gün boyunca da bu izlenimim hiç azalmadı aksine arttı. 


Arkadaşımın evinin yakınlarında o kadar tatlı parklar var ki orada yatıp yuvarlanmak istedim mutluluktan. Bir de bi ara ağlamak istemiştim. Şehrin o enerjisini heryerden hissedebiliyorsunuz. En sakin yerde bile... Bir de bu post biraz fazla fotoğraf içericek huyumdur biliyorsunuz uyarılarımı hep önceden yaparım. 

Fotoğraflara bakanlar bu binanın neresini çektin diye düşünebilirler fakat haklı değiller. Çünkü o an çöp tenekesini bile çekebilecek moddaydım. Hepsi içine çekti beni. E ne yapayım hergün İtalya'nın her farklı yerini göremiyorum. 
Genel halkından, kalabalığa karıştığım fotoğraflarda bahsedeceğim. Bu arada sabaha karşı 5'te bu sokaklarda elinde dönerle yürümenin tontişliği diyorum size. 
























Eskiden bu arabaların geçtiği yol su doluymuş üstünden de kayıklarla ürün taşıyorlarmış. Buralar da hep bizimdi işte eskiden arsamız va... İlk kısmı doğru evet. Gerçi arsamız olsa hiç fena olmazdı hatta mutluluktan kendimi atardım aşşa. Ünlü Duomo meydanına çıkmak için bi 20 dakika falan yürüdük yanlış hatırlamıyorsam. Bir sokak komple mağazaydı sağlı sollu lezzetli mağazalar. Bu kapılardan sonraki yolda mağazalar bitti, taa kiiii.... Gelicem oraya da.


Milano'da sokak sanatına çok önem veriyorlar. Giderken ve dönerken çok sayıda müzik yapan, dans eden gruplar gördük. Ah şu akordeonun sesi... Bizim orada da vardı tabi de Hatırla Sevgili dışında böyle çeşit çalsa daha çok sevinecektim. 
Sağ çaprazınızda gördüğünüz sokaktan girdik, trafiğe kapalı alanmış orası. Tam ortadan daldık yürümeye..


Sokak sanatına önem verdiklerini AT kafasından anlayabilirsiniz. Adam baya çılgın dans ediyodu ya. Çok istiyorum şu maskeden bir yılbaşında da hayrına alsanıza bana at maskesi:( At, avrat bir de Duomo! Uçtan gözükmesiyle bende bir iç kıpraşması bir kelebekler vadisi oldu resmen midem. Her instagramı açtığımda farklı birinin Duomo kilisesini koymasından içim şişmişti, kıskançlıktan ellerimi kemirmeye başlamıştım kiiii ben de adım attım.

Ben olduğum süre içinde bu tatlı pazarı her geçişimde gördüm. Ne arasanız satıyorlardı. Gül suyu, peynirler tabi çeşit çeşit, elektronik malzemeler, kıyafetler... Alan da geniş olunca duyan satmaya gelmiş. Tabi pazardan önce Duomo'ya o kadar odaklandım ki eskiden Nickelodeon kanalında Sevimli Canavarlar vardı benim dönemim iyi bilir -siiiz eyyii biliisiniz- lava lambası görünce "ouuuuaaa" diye hipnotize olmuş gibi izlerlerdi. -Betimlemeyi uzun tuttum ama- işte ben de öyle oldum buraya gelince. 


Koş anne koş benim de şu kilisenin önünde sonunda bir fotoğrafım oldu. Getirin şampanyaları kutlama yapıcaz! Bir daha baktım da tam turist ömerim. Bacaklarım uzun mu çıkmış o.O Perspektifini sevdiğim!


GERİ GÖTÜRÜN BENİİİ YOLLAYIN BENİİİİ! Nasıl görkemli bir çam ağacı kurmuşlar. Bu fotoğrafı ertesi günü çekmiştim, bir de nasıl kalabalık insanlar. Heh insanlar demişken, genci yaşlısı hiç ayırt etmeden hepsi şık olabilir mi? Oluyormuş. Hem de hiç kasmadan. Etraftan çok zaten insanlara bakıp arkadaşımla birbirimizi sürekli dürtmekten başım döndü. Erkeklerde de şu var ki -tabi ki yakışıklı var- yakışıklılıktan çok karizmatik adamlar ya. Koluna girip "canım seni şöyle alalım" diyesim geldi kaç kez. Kadınlar desen çok cool. Özellikle Navigli kısmında daha çok gençler vardı. Onlar da ayrı bi tarzlar. Ben tabi koca ağzımla sırıta sırıta dolaşıyorum. 

Akşamına arkadaşımın okuldan arkadaşının ev partisi vardı ona gittik. Burdaki insanlar gerçekten sıcaklar ya. Zaten başta pembe saçım ve dövmemle kimse benim türk olduğuma inanmadı. Sabaha karşı gittiğimiz kebapçı da inanmadı ya neyse. Böyle bir ev partisine daha önce katılmamıştım, herkes kendi kafasına göre takılıyor zaten, gayet hoş bir ortamdı. Sonrasında Tünel diye bir gece kulübüne gittik. Oraları biraz parçalı bulutlu hatırlıyorum fakat mekandan öyle popüler hit parçalar beklemeyin. Daha çok elektornik veya tekno tarzı çalıyolar. Çok benim tarzım olmasa da yine de eğlendim! 


Yine ben ve kırmızı burnum:( Yok abi sonbahara geldiğimiz anda o soğuklar geçene kadar ben burnum kırmızı dolaşıyorum. E yazın desen yandığı için kırmızı oluyo. Çok kavgalarımız oldu bu yüzden. 
Benim enn bal bulduğum yere geldik şuanda! Canım Cristina'mın (moda editörüm:)) tavsiyesi üzerine Piazza Sant' Eustorgio'da bulunan şubelerinden birine California Bakery'e geldik. Ve yine tavsiye üzerine mis gibi bir bagel yedik! İlk geldiğimizde full doluydu, saat 2 olmuştu açlıktan çılgına dönmüştük ve baya yol yürümüştük. Anlayacağınız kahramanlarımız bitkindi fakat 2 kişilik yer boşalması durumunda koştuk hemen hatta uçtuk. 



Burada önceden de yazdığım gibi dolu dolu kahve içemediğimden büyük boy bir kahve söyledim. Tavanı da sepet havası! Ağzımdan gökkuşağı akıyordu orada otururken. Işınlanma makinesi keşfedilmedi daha dimi? Tamam... 


 Cingııl beeels cingıl beeeeels. Fotoğraf büyüdükçe ben de ekrana daha fazla yapışıyorum. Bilgisayarı yemesem bari... Cupcake kısmı da vardı fakat o gün gittiğimizde hepsi bitmişti;( E biz ne yaptık devasa bir cookie söyledik. Ağızda dağılan sıcak parça çikolatalı ve fındıklı.. OOOOOF.


Geçtik cookileri, California Bakery'den çıkıp sola doğru ilerleyip karşıya geçerseniz bu çok güzel vintage kıyafetler satan aynı zamanda da birsürü plak ve cd satan bununla da kalmayıp gerek moda ile gerek kalıplaşmış ve ikonlaşmış grupların ve şarkıcıların kitaplarını sizlere sunan Serendeepity adında bir mağaza. Tahmin edersiniz ki içinde kayboldum, gözlerim yine 360 derece döndü.


İlk giriş katında plakları, cdleri bulabilirsiniz ve ayrıca kitapları ve dergileri... Lavliyyy<3 Aşağı katına inince vintage kıyafetleri, gözlükleri, çantaları, eşarpları, takıları herşeyi bulabilirsiniz. Kafamı askıların arasına bir gömüp çıkardım. Bu arada dipnot: Milano'da Plastik adında bir gece kulübünde çalan djlerin yeri burası. Zevkli bir müzik tarzları var. Bu 2 yere de uğramadan dönmeyin. 


Tarihi binalara veya güzelim evin duvarlarına grafitti yapanları ben affetsem allah affetmez öyle bir görüntüleri bozuyorlar. Yanlız bir de böyleleri var ki bu sanattır işte! Acid kafasında çalışmış adamlar ve harika olmuş. Via Torino yolu boyunca birsürü böyle başarılı grafitti görmeniz mümkün. Gerçi bu grafittilikten çıkıp tablo olmuş artık. 


Lanet olsun bu havanın erken kararmaları. Via Toledo yolu uzundur biraz, biz take away kahve alalım diye yürüyene kadar hava karardı. Bir de İtalya'da olduğum süre içinde ilk Starbucks havasında olan yeri Milano'da gördüm; Arnold Coffee. İtalya'nın yerlileri veya köklerine bağlı olanların buradan zaten kahve aldıklarını sanmıyorum, onların kahve kültürü Bar veya Caffetteria dedikleri yerlere girip espresso içip çıkmak. Burda doğru veya yanlış yok, herkesin keyifleri başka. Ben ikisini de denedim ama yok take awayden vazgeçemiyorum. Arnold Coffee de çok tatlı bir yer, inanılmaz küçük ama birsürü katı var. Aklıma da "heeey Arnold" geldi birden. Neden acaba! Yanlız kahve hazırlamalarının baya yavaş olduğunu söylemem lazım ki çok bekleyen yoktu o an. Kahve tadı da aynı Starbucks. Bizim tabi oturmak gibi bir niyetimiz yoktu, bu dükkan Duomo meydanına yakın olduğundan minik cupcakeimi ve kahvemi alarak meydana gittik.


Ah seni seviyorum Christmas.. O an ne soğuk ne başka birşey kaldı tabiki. Manzara tam olarak buydu. Ortadaki heykelin dibine oturduk ve başlasın insanlara bakma keyfi. Bir de bu güzelim yılbaşı çamına... Bu anımı en mutlu olduğum anlar koleksiyonuma ekledim. 


Akşam da ayrı bir inanılmaz... Kafamı biraz çeviriyorum Duomo geri dönüyorum çam ağacı. Tabii ben dışı kadar içinin de görkemli olduğunu duyduğumdan kahveleri hızlıca içip, koşarak içine girdik.


Girdiğin anda o mistik havasıyla özdeşleşiyorsun. Fotoğrafta gördüğünüz kısımda kiliseyle ilgili eşyalar satılıyordu. Sol tarafımda da kutsal suyla istavroz çıkarıyorlardı. Benim de Vatikan'da yarı yaptığım şey yani. Alnıma sürüp bırakmıştım-_-


İtalya'nın istisnasız her binasında, her yapısında bu işçiliği görüyorsunuz. Normalde kimsenin dikkat etmeyeceği yerlere adamlar öyle bir sanat yapmışlar ki. Aklım almıyor. Bu arada burada da çok güzel moda çekimi olurdu. Gezerken de bir yandan aklım o kısımdaydı hep.


Bu devasa bir org(erganun) fakat bunun bir arka kısmı daha var. İnanılmaz derecede büyük ve benim dinlemekten çok keyif aldığım bir müzik aleti.


Girdiğimiz sırada ayinin ortasına denk geldik, çokta anlıyormuşuz gibi durduk dinliyoruz ama tabi biliyorsunuz iş tamamen görsel şov. Yani 3 rahip geliyor yer değişiyorlar biri tütsü yapıyor biri mum yakıyor şarkılar falan derken ay dedim tamam çıkalım.


Ertesi gün biz yine Navigli taraflarına doğru uzandık, Pazar günüydü ve inanılmaz soğuktu yani bacaklarım nasıl uyuşmuştu kendi kendilerine hareket ediyor gibiydiler. Bir de bir sis vardı ki.. O kötü gelmedi ama soğuk olmasaydı iyiydi. Yine de doğa anneye çok teşekkürlerimi iletiyorum ki 1 gram rüzgar yok Milano'da. O zaman herhalde orada kaskatı kesilirdim. Şu parka heykel olurdum. Tabi soğuk moğuk dinlemeden azimle ben fotoğrafları çekiyorum. Parklar da beni içine çekiyor. Tam hep kafamda canlandırdığım bir park havası. Bütün görselleriyle karemdeki yerlerini aldılar.


Biz yine akşam Duomo meydanındaydık. Warhol sergisine gitmek üzere ara sokaklardan geçip binayı bulmaya çalışıyorduk. Meğersem o kadar yürümemize rağmen sergi dibimizdeymiş ama olsun ara sokakları görüp aya doğru yürüyen çiftleri bulduk. Sağdaki kuleyi de Galata kulesine benzettik, hani kendimizi evimizde gibi görelim diye fakat hiçkimse senn gibi olamadıı Galata kulesi.


Ve Warhol sergisinin girişine geldik; Palazzo Reale. Yok abi burada fotoğraf çekmeden durulmuyor. Bana Çırağan Sarayının merdivenlerini hatırlattı. Tabi onun daha minisi.


Warhol'un sergisini de gördüm ya artık ölsem de gam yemem. Giriş 9.5 euro. Yani bunun için birşey değil. Eğer Milano'da olanınız varsa kaçırmayın sakın derim. Girişte bir de kulaklık veriyorlar, tabloların yanındaki yazan numaralara göre basıp o tabloyu, Andy Warhol'un görüşlerini dinleyebiliyorsun. Öncelikle bilmeyenler için kendisi Pop-Art'ı ortaya çıkaran insan ki günümüzde en popüler olan, ilham alınan sanat. Bakınız Lady Gaga'nın son albüm kapağı. En yakın örnek o aklıma geldi. Adam tam bir freak. Kalıplarının her zaman dışına çıkan, o dönem kim ünlüyse onlarla çalışan, bir bakıma popüler kültürle bu tablolar aracılığıyla dalga geçen bir sanatçı. Oh tam benim kafa. Bu arada uyuşturucu çılgınıymış. Partiler olsun oooh paşam. 


Herkesin 15 dakikalığına ünlü olacağına inanır. Para kazanmaya ve ölüme aşırı takıntılı bir insamış. Öyle ki ölümden deli gibi korkarmış. Bunu da tablolarına oldukça fazla yansıtıyor. 


Binlerce ünlünün polaroid çektiği fotoğrafları da sergileniyordu. Renkleriyle oynamış bir de çektikten sonra. O zamanın koşullarına göre adam epey yetenkeli! Benim en beğendiğim 3 ismi çektim; Jane Fonda, Yves Saint Laurent ve Diana Vreeland. Andy Warhol kendisini beğenmeyen bir insanmış çirkin bulurmuş fakat ironiktir ki çok selfie fotoğrafı var.


Bu kadar Warholculuk yeter. O kısmı okurken bayılmayın beni terk etmeyin diye kısa kesiyorum bakın. Hem sergiyi gidip görmeniz çok daha iyi olur. Çıkış kapımızdan çıktık sonunda gerçi zaten baya kısa sürdü dolaşmamız. 


Burada heryer Duomo meydanına çıkıyor. Şikayet ettim mi? ASLA! Bu son gecemdi maalesef. Ama yine 4 gün için doya doya tadını çıkardım, soğuğumu da yiyip hasta da oldum. O derece inanarak dolaştım yani. Çok kısa zamanda tekrar görüşüceğimizi biliyorum Milano. 


Tren yolculuklarını hep melankolik bulmuşumdur. 
Sevdiğim bir yerden ayrılınca bir de o biraz daha fazlalaştı ama garip bir de dinginlik çöktü. 
Küçük kırmızı bavuluma sadece eşyalarımı değil,
İçine çokta güzel anıları da koydum dönerken,
En güzeli de o trafiğe kapalı alanda oturup 1 saat boyunca sokakta gitar çalan çocuğu dinlemek...
"...And the songs they get louder
Each one better than before..."




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Style Baby