29 Kasım 2013 Cuma

Siestanızı Nasıl Alırdınız?

Bloglar da özlenebiliyormuş, benim burnumda tüttü, yataklara düştüm, komaya... Yok abarttım ama yazamadığım için hep bir eksiklik hissettim içimde. Sanki yazmazsam herşey kaçıp gidecekmişçesine bir his. 

Dönelim 5 gün öncesine...
Kahramanımız bir Pazar gününü brunch yaparak değerlendirmek istemişti. Hatta ona yönelik yerleri googleda araştırıp öyle de yola koyuldu. Bu arada evet okulum açıldı ve herkes italyan.. Çok tatlış gerçekten<3 En iyi dostum içkim ve bana çeviri yapan kız. Bayansı kız. 

Neyse sahile yakın, hepte gitmek istediğim alanda bir yer buldum, tabi benim gözümde köy kahvaltısı canlandı veya Hardal'daki kahvaltı tarzı birşey bekliyorum... Ah bu ben, hala öğrenemedim italyanların öyle bir kültürü olmadığını... Krosan yiyolar abi veya başka bir hamur işi... Gitti benim yumurta hayallerim, yerlere düştü nutellalı(!) köy kahvaltılarım. 


Şundan çok eminim ki hayat random yaşayınca güzel... Eğer bu görüşte olmasaydım sanırım çoğu gittiğim yeri buraya geldikten 5 ay sonra anca keşfederdim... Napoli öyle bir yer ki hangi sokaktan nasıl yerler, hangi gittiğin yerden ne tarz cafeler veya mağazalar çıkacağını kesitremiyor insan... İşte bu yüzden de bana İstanbul'u anımsatıyor ve huzurlu hissetmemi sağlıyor. Bu Pazar günüm de huzur dolu geçti zaten. Aradığım cafe doğrultusunda giderken, bir anda ünlü markaların olduğu Piazza del Martiride buldum kendimi. Ne tarafa dönsem bir marka fışkırıyor. Buna burada artı şaşırdım çünkü nedense Napoli'de bu tarz bir sokakla karşılaşacağımı hiç beklemiyordum. 


Navigasyonla geçirdiğim uzun debelenme sonucunda Clu'yu buldum. Via Carlo Poerio sokağında, dışarıdan sevimli görünüp içeri girince arkalara doğru uzayıp giden çok hoş ve nezih bir cafe. Tabi ben sitesine bakarken "breakfast" falan yazıyordu böyle marmeladlar havada uçuşuyor diye düşünürken sadece krosan ve muffin yiyip 2 kahve içmemle son buldu... 


Çok keyif aldım orası da ayrı... Burada pazar günleri bizimki gibi çoluk çocuk toplayıp veya arkadaş gruplarıyla akşamlara kadar kahvaltı keyifleri olmuyor maalesef. Çoğu Napolili evde kalıp, haftanın yorgunluğunu atma peşinde... Yani yine bir siesta ile karşı karşıyayız sayın seyirciler. Gerçi ben otururken bir anda çocuklar doluştu, git gide kalabalık olduklarında da mutfak kapısından kaçtım zaten... Fiyatları da oldukça uygun bir yer. Gününe göre de her akşam bir canlı müzikleri var. Save the list! 
Bu arada çoğu yer pazartesileri kapalı... Hmm evet yine siesta.


Buradaki ağaçlar çok şanslı. Hep yan yana yan yana, bir de denize karşı... Yağmur, çamur olan bir gündü fakat yine de güzel bir parktan geçerek çıktım deniz kenarına. Burada melankolik mutlu olmayı öğreniyorum diyebilirim. Tabi bu, bu mevsimler için geçerli ama deniz kenarına gelince herşey çözülüyor. 


Binaların renklerine hayran olduğumu söylemiştim dimi önceki yazılarımda. Tamam bu kısmı atlıyoruz. Belli bir alan trafiğe kapalı burada (via Francesco Caracciolo) ve bisiklete binen, koşan baya insan vardı. Baya dediysem maraton gibi değil tabi ama normal benim gibi dolanan insanlardan çok spor yapanları gördüm. Taktım yine kulaklığı, dönsün shuffle. 


Öyle bir his ki yaklaşık 3 saate yakın yürümüşümdür ama sürekli "acaba daha ilerisine gitsem ne vardır?" diye düşünmekten kendimi alamayıp yürüdüğüm için ertesi gün tabanlarımın varlığını çok hatırlamıyordum. Bir de kimse yok demiştim ya, bağıra çağıra şarkı söyleyip yürüyorum, kesin biri duyduysa hakkımda işlem başlatıp ülkeden attıracaktır. 


Dağlarıı deldiiim bir başımaaa çöllerii aştııım bir tek beeeen! Yok be korkarım o kadar yapamam, sahil boyunca yürüdüm sadece. Bir an kafamı sürekli oradan oraya çevirirken 360 derece döndüreceğimden korktum o kadar. Bulunduğum yere o kadar ısındım ki resmen saate bakmaya korktum ki akşam olmasın ben de dönmeyeyim eve diye;( 


Beni ararsanız kahve çekirdeklerinin arasında yüzüyor olacağım. Buraya oturmadan önce, birşeyler yemek için tam deniz kenarında olan bir yere indiğimde, bir nişan ya da bir partinin ortasında buldum kendimi. Genelde yaşlılar ve ergenlerimizin olduğunu gördüğüm anda geri koştum. Evet yürürken yine birbirini yiyen çiftler tabiki gördüm. 

Sanat hem sanat hem toplum için ama buradaki toplum biraz seks için, sonra bütün seksler toplanıp... 1 aydır buradayım napayım yandı benim de kafa. Via Toledo caddesinde, yere yatırmış tuvalini, resim yapıyor amcam. Bu arada heryeri christmas spirit kaplamış durumda. Her vitrinde bir noel baba bir çam ağacı, sokaktaki her ağacın da neredeyse üstünde süslemeler. Yılbaşına son 1 ay^^

Aklımdayken marketlerle ilgili bir farkındalığımı dile getirmek istiyorum. Öncelikle onlar vermeden kasada poşete abanmaya kalkarsan popo üstü çakılırsın, kafana makarnaları yersin! Bu kadar da ciddiler bu konuda. Bugün refleks olarak kadının önünde duran poşete uzanıp aliym dedim de, kadının gözlerinde ateşi gördüm! Nedenini bilen varsa nolur söylesin ben henüz hatırlayıpta soramadım kimseye. 

Bir diğeri de makarnaya ciddi abanıyorlar. Yani buranın yerlileri öyle en azından. Bildiğin abanıyor ya. Büyük bir alışveriş sepeti düşün ama yerde sürüklediklerinden, içini de full makarna paketleriyle doldur. Ah keşke çekseydim... Kadının hışmından korktum ama. 

Kahvesiz başlayan günler biraz eksiktir burada. Burası orası değil fakat okulun tam karşısında olan cafedeki adamla kanka oluşum... Adam baya hangi günler dersim olduğunu falan biliyo artık. Ne zaman gelip gittiğimi. Birkere dersim olmadığı gün gitmiştim de aklı karışmıştı yavrum. Espressolar can dostum oldu arkadaşlar. Çok güzel ayıltıyor, kesin bilgi! 

Şu fotoğrafa da Groove Armada-Think Twice çok iyi gider. 


























Galleria Umberto'nun içinde çok tatlı dilek ağacı koymuşlar, ben durur muyum, tabiki yazdım! Hem de mağazadan aldığım faturanın arkasına-_- Olsun dilek dilektir. DUY BENİ SANTAAA


Ne var biliyor musunuz, gezmekten, keşfetmekten, ilham almaktan korkmayın. Ani kararlar vermekten,  kalabalıktan, sokaklardan korkmayın. Çünkü onlar sizin bakışlarınıza, enerjinize göre şekilleniyor. Ve ancak öyle kendinizin kim olduğunu buluyorsunuz. Çemberin içine sokmayın kendinizi. Böylelikle kapasitenizin ne olduğunu da fark edersiniz. Biz hiçbir yere, hiç kimseye ait değiliz. Kimse değil. Çünkü yaşam akıp giderken, birçok yere gidiyoruz ama oradan dönüyoruz da. Bir yere bağlamayın ki kendinizi, özgürlüğünüzün ne derece olduğunu görebilin. Orada kalanlar, sonsuza dek, sadece adım atmaktan korkan kişiler. Bu korku yenilebilir. Ünlü düşünür :) Çizenbayan'nın da dediği gibi "Az eşyanız olsun. Çünkü eşyalar sizi bir yere bağlar ve gitmenizi zorlaştırır." 

Ve evet kimse kimseye de ait değil. Neden olsun ki? Bu demek değil ki sevdiğin kişiler sürekli değişecek. Belki hayatınız boyunca sadece birini belki 2 veya daha fazla kişiyi seveceksiniz belli zamanlarda. Sadece ait olmadığınız aklınızın bir kenarında olsun ki, o veya siz giderseniz üzüntünüz minimum olsun. Ait değiliz diye de "ooooh hadi görüşürüz beni bağlamaz" demeyin kimseye :)

Ve Kasımlar da biter...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Style Baby